31 Mart seçiminin sonuçlarını analiz etmek için herkes hummalı bir çalışma içinde.

Sıradan vatandaşın ya da medyanın değerlendirmeleri tabii ki önemli. Ama en çok, siyasetçilerin çıkaracakları ders ve bundan sonrasına dönük “ev ödevleri” açısından hayati önem taşıyor.

Pazar gecesinden beri, yani Türkiye’nin “siyasi haritasındaki renk değişimi - dönüşümü tablosu” görüldüğü andan itibaren hemen herkesin üzerinde konuştuğu ve farklı bir yanıt verdiği bir soru var:

“Halk, iktidara sarı kart mı gösterdi, yoksa kırmızı kart mı?”

Seçimde, hem parti hem de ülke siyasi tarihi açısından görkemli bir başarıya imza atan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel, kartın rengi konusunda daha temkinli.

“Sarı” diyor...

Başlıca gerekçesi, bunun bir “yerel seçim” olması.

Bunu da, şöyle (mealen) soğukkanlı bir şekilde izah ediyor:

“Seçmen, önümüzdeki 4 yıllık süre için iktidara önemli bir uyarıda bulundu. Eğer uyarımızı dikkate almazsan, genel seçimde de başına bu gelebilir dedi...”

Büyük ölçüde isabetli görünen bir teşhis. Ama, bence eksik.

∗∗∗

Neden eksik olduğuna gelince.

Eğer R. Tayyip Erdoğan Rejimi, iktidara birkaç yıl önce ya da bir seçim önce, hatta 2 dönem filan önce gelmiş olaydı, bu teşhise (bu dozuyla) katılabilirdim.

Ancak ülkeyi 22 yıl önce bu siyasi harekete teslim eden, aradaki 2 referandumda (12 Eylül 2010 + 16 Nisan 2017) da “Buyur, rejimin temel taşlarını da radikal bir değişime uğratmana izin veriyorum. Al bakalım” diyen halk, bunca yıl yapılan seçimlerde de her defasında mührü emanet etmemiş olaydı, “sarı kart” tanımı doğru olabilirdi.

Yani, “Haydi bir 4 yıl daha git de, bu dönemdeki tavrına göre kartın rengini kırmızıya çeviririm” demiyor bence.

Düpedüz, “Yettiniz artık!..” diyor.

“Hayatımızı zindan ettiniz. Bu memleketi, ekonomik, siyasi, sosyal her bakımdan bir cehenneme çevirdiniz” diyor. Bu iktidarı mümkünse daha bir gün bile başında görmek istemiyor. Nefes almak istiyor artık. Özgürlüklerinin her alanda boğazlanmasına daha fazla tahammülü olmadığını haykırıyor.

İşçinin, milyonlarca işsizin, emeklinin, gençlerin, öğrencinin, kadınların, hatta bu ülkenin dört yanındaki yeşilin ağacın, ormanın, derenin, hayvanların bile dayanacak hali kalmadığını haykırdı, Pazar gecesi sandıktan çıkan sonuç.

Çünkü, 22 senedir sofrasından çalınan her bir lokmanın, kendisine atılan her tokadın, üzerine indirilen balyozun, hukuksuzlukların, iktidar güdümünde yargı kararlarının, toplu katliamların, sömürünün, itilip kakılmanın, “değil 4 sene, 4 ay, 4 dakikalığına bile” katlanılabilecek bir şey olmadığını biliyor artık bu halk.

Evet, Özgür Özel (futboldan benzetme ile) “Halk, hakem olarak, sarı kartı gösterirken iktidara, ayağını denk alması gerektiğini, yoksa kartın renginin kırmızıya döneceğini” söylemiştir. Ama bunu söylerken bir yandan da kendi partisine bile verilen oyların “4 yıllığına açılmıy bir kredi olduğunu” ekleyip, kendi kendine haksızlık etmiştir.

Yani, “CHP’ye yerel yönetimlerde 4 yıllığına açılmış bir krediyi” bile cömert bir kredi diye nitelerken, 22 yıldır har vurulup harman savrulmuş bir kredinin hesabının 31 Mart gecesi “kesin biçimde (üstelik faizi - hattâ temerrüt faizi ile) tahsilinin istenmesini”neden çok görüyor?

CHP Genel Başkanı’nın 31 Mart analizleri büyük ölçüde ağır başlı, siyasi gerilimi yükseltmeden seçmene güven verici, rakibini şeytanlaştırmadan mücadeleyi devam ettirmeye yönelik, toplumsal barışa hizmet eder, “sorumlu siyaset insanı - müstakbel devlet yöneticisi” hüviyettedir. Takdirle izliyorum.

Ama, 31 Mart’ta halkın verdiği oyun arkasında bence şu açık ve net mesajın olduğunu kavrayamadığını hissetmek de beni kaygılandırıyor:

“Bu iktidardan bir an önce kurtulmamız için toplumsal mücadeleyi, ezilen sınıfların desteğini alarak yükseltmeniz gerek. Onun için, sizden önümüze düşmenizi ve sesimizi daha fazla duyurabilmemiz için sol politikalara yönelmenizi talep ediyoruz. Çünkü artık vaktimiz yok. Bize bu dünyayı, bu hayatı zindan eden iktidara, yani bize kırmızı kart gösteren iktidara, şimdi biz kırmızı kartı hep birlikte gösterelim...”

Muhtemeldir ki, önümüzdeki bir yıl içinde yoğun biçimde, bir yandan erken seçim tartışması bir yandan da iktidarın Anayasa değişikliği ile başlayarak rejimi (bunu faşizmin koyulaştırılması olarak da okuyabilirsiniz) daha konsolide ve tahkim etmesi çabalarına tanık olacağız.

∗∗∗

Unutmayın, karşımızda demokrasi ile (varsa bile - ki bana göre hiç olmadı) en ufak bağlarını bile, bilerek isteyerek kopartmış, demokrasinin antitezi bir ruh ve beyin taşıyan bir rejim var.

Değil sarı kartı, “kırmızı kartı” bile umursamadan, kulak vermeden, kaale bile almadan yoluna devam etmek isteyecek bir rejimden söz ediyoruz.

Buradan sonra, “sandığı, kartı, uyarıyı, tembihi, nasihatı” dinlemeye yanaşacaklarını sanmıyorum. Tek yapacağı iş, toplumu ve muhalif hareketleri bir daha bu tür “işaretleri” veremeyecek hale getirmek için daha fazla ezmeye çalışmak olacaktır. Bunu yaparken de “kemer sıkma” politikaları ile sömürgen sermayenin ve tabii uluslararası sömürgen sermayenin gözüne hoş görünmek için düzeni devam ettirmek isteyecektir. Çünkü misyonu budur.

Rejim son demlerindedir.

Kırmızı kartı daha görünür biçimde elimizde sallamanın tam zamanıdır.

CHP’nin yerel yönetimler başarısına destek olunması önemlidir.

Ama bir yandan da; daha örgütlü, daha kararlı, daha kol kola, solun birleşmesi için daha fazla uğraş verilmesi gereken bir dönem de başlamıştır.