Köylüleri sürekli olarak, “Sürüye kurt daldı” diye kandıran ve gün gelip gerçekten de kurtlar sürüye daldığında kimseyi inandıramayan “yalancı çoban”ın hikâyesini herkes bilir. Gezi’den beri ısrarla düzenin bir sıkışma yaşadığını, böyle gidemeyeceğini ve bir restorasyon arayışının gündemde olduğunu söyleyenler olarak durumumuz biraz buna benziyor sanırım.

Nesnelliğe bakıyoruz, gelişmeleri okuyoruz, parçaları birleştiriyoruz ve diyoruz ki, “Evet restorasyon kaçınılmaz, içeride sermayeyle, dışarıdaysa küresel güçlerle sürekli kavga eden, kendine çizilen kırmızıçizgileri devamlı ihlal eden, hukuk ve demokrasinin asgari normlarını dahi dikkate almayan bu tek adam rejimi sistemin işleyişine aykırı çünkü.” Peki sonra ne oluyor? Rejim Gezi’yi, 17-25 Aralık’ı, seçimleri ve sayısız krizi atlatarak yoluna ve planlarını adım adım hayata geçirmeye devam ediyor.

O halde ne? Israrla restorasyon diyen, bunu kaçınılmaz gören, çünkü düzenin bu krizi taşıyamayacağını söyleyen bizler, tarihi, toplumu, ülkeyi ve dünyayı okuyamayan; planları, dinamikleri, aktörleri doğru değerlendiremeyen ve ikide bir “Restorasyon geliyor” diyen yalancı çobanlar mı olmuş oluyoruz böylece?

Hayır, öyle olduğunu sanmıyorum. Gezi’nin AKP rejimini sarsmasının ardından, düzen içi kavganın şiddetlendiğini ve bunun da “restorasyon” eksenli olduğunu gayet net bir şekilde söyleyebiliyoruz. Bir yanda rejim inşasını başkanlıkla taçlandırmak isteyen saray kliği, öte yanda ise “Erdoğan’sız bir AKP rejimi” isteyen ve dolayısıyla parlamenter sistemi savunan güçler var. Bu güçlerin ana söyleminin “AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi”, yeniden “reformcu” bir parti olması ve “demokratikleşme süreci”ni devam ettirmesi olduğunu biliyoruz. Tüm bunların, yani “normalleşme”nin ve asgari hukukun tesisinin önündeki engelin Erdoğan olduğu varsayımı ise bu güçler açısından Erdoğan’ın tasfiyesini kaçınılmaz kılıyor.

Örneğin 17-25 Aralık Operasyonları’na bakalım. Bu operasyonlar AKP-Cemaat kavgasının bir yansımasıydı elbette, ama daha geniş bir bağlama yerleştirildiğinde Erdoğan’la “restorasyoncu güçler”in bir kavgasıydı da aynı zamanda. Erdoğan tasfiye edilecek, AKP ile Cemaat arasındaki gayriresmi koalisyona yeniden dönülecekti ama olmadı, Erdoğan devlet aygıtını elinde tutmanın avantajıyla tasfiye sürecini geri döndürmeyi başardı.

Ya da 7 Haziran’ı hatırlayalım. Düzen güçleri yatırımlarını AKP’nin sandıktan başkanlığa yetecek ya da tek başına iktidar olacak bir sonuçla çıkmamasına yapmamış mıydı, bunun için seferber olunmamış mıydı? Dahası, bunda başarılı da olunmadı mı, “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün”le başlayan süreç, hükümeti kuracak çoğunluğa dahi ulaşamamakla nihayetlenmedi mi?

Velhasıl, “Restorasyon geliyor” diyenler “yalancı çoban” değildi, sonuç tam da restorasyoncuların istediği doğrultudaydı ama “anti-restorasyoncu” güçler, yani saray buna direndi ve sonuçlar fiilen geçersiz sayılarak ülke tekrar seçime götürüldü. Sonrasında yaşananlar ise hepimizin malumu. Kan ve şiddetle dizayn edilen siyaset, güvenlik ve istikrar kaygılarıyla manipüle edilen bir toplum, kutuplaşmanın Kürt sorunu ekseninde yükseltilmesi, sağ seçmenin AKP etrafında kenetlenmesi ve 317 vekil…

Peki bu, Türkiye’de düzen içi kavganın bittiği ve yeni restorasyon hamlelerinin gelmeyeceği anlamına gelir mi? Bu sorunun yanıtı açık bir şekilde “Hayır”dır. Suriye siyasetini değiştirmeyip ABD ile Rusya’nın yaptığı bir anlaşmaya dahi “Bizi bağlamaz” diyebilen, üstelik aynı anda iki ülkeyle birden arası bozuk olan, Rusya’yla her an bir askeri çatışma yaşama aşamasına gelen, ABD’ye her “Ya biz ya YPG” dediğinde “YPG” yanıtını alan, tankların kendi kentlerini bombaladığı, tüm ülkeyi kapsayacak bir iç savaşın kapıda olduğu, ülkeyi ölümün giderek sıradanlaştığı bir Ortadoğu ülkesine döndüren bu rejim, daha ne kadar bu şekilde yoluna devam edebilir?

Edemez ve yeni bir restorasyon hamlesinin gelmekte olduğunun işaretleri görülebiliyor tam da bu nedenle. Arınç ve Çelik’in Gül’den bağımsız olduğunu düşünemeyeceğimiz çıkışları, CHP’nin anayasa masasını çabucak terk etmesi, MHP’yi koltuk değneği olmaktan çıkaracak lider değişikliği girişimleri, AYM’nin Dündar ve Gül’ü tahliye kararı ve bunun “Gül’ün atadığı üyeler” üzerinden tartışılması… Hepsi restorasyoncularla anti-restorasyoncular, “parlamenter sistemciler”le “başkanlıkçılar” arasındaki kavganın şiddetleneceğini gösteriyor. Bu ise maalesef kısa vadede 7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki şiddettin çok daha yoğunlaşmış bir versiyonu ile karşı karşıya kalacağımız anlamına geliyor, Kürt sorunu başlığında içeride ve dışarıda yaşananları da düşününce ciddi bir kırılmaya doğru adım adım yaklaştığımız görülebiliyor.