O zamanlar Skytürk televizyonunda çalışıyordum. Önüne gelene iftira atılıyor, uydurma davalarla insanlar içeri tıkılıyordu. Korku cumhuriyeti yaratılmış, liberaller hemen koltuk değneği olmuş, alçaklığın her türlüsü meşruiyet kazanmış vaziyetteydi. Herkes istim üstünde oturuyor, patronlara telefonlar geliyor; tehdit, yalancılık, adam kayırma, basın mensuplarını satın alma sıradan olay sayılıyordu. Biz Karamemet grubuna bağlı bir yayın organıydık.

‘Siyasal İslamcı’ iki yapı; biri AKP, diğeri ‘Gülen Cemaati’ her yolu deniyor, saldırgan biçimde tüm değerleri altüst ediyordu. O dönem medyada olanlar anımsar; birbirini ispiyonlayanlara, patron tetikçisi olarak silah atanlara, mesleği unutup, her türlü yalakalığı yapanlara da ‘gazeteci(!)’ deniyordu. Hoş bizim ülkede bu hep böyleydi ya, neyse… O günlerde patronla iktidar arasında arabuluculuk eden, yalvar yakan olan kimileri, bugünün ünlü muhalifi oldular. Bu memlekette dönmek kolay…

İşin tuhafı aynı mesleği yapanların, kendi meslektaşlarını sırf kin ve husumet itkisiyle gammazlamasıydı. Halen böyledir. İktidarın bunca kolay at oynatmasının nedeni kimi gazeteci, televizyon programcısı tiplerin; arkadan iş çevirip, ‘Siyasal İslamcı’larla kol kola girmesidir. Dönemin ünlü siyasilerine iş takipçiliği için yaklaşan, sonra koltuğu güçlendirmek için her fırıldaklığı yapanlar hâlâ görevde. Sanmayın kayboldular. Bugün koalisyon için çalışıyorlar. Dikkat edin onlara…

O dönem ilk kez Numan Kurtulmuş adını işittim. Sonra programa aldım. İstanbullu, görgülü bir aileden gelmiş, iyi kötü bilimsel zemini olan kibar biriydi. AKP için söyledikleri ortada. Baş başa görüşmelerde de bu fikirlerini yineliyordu. Ben kökten ‘Milli Görüş’e, ‘Siyasal İslam’cılığa karşıydım elbet. Kurtulmuş bunu biliyor, lakin sürekli demokrasi vurgusu yapıyordu. Temel tezi “Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular” sözünde saklıydı. AKP’yi milli değerlerden uzak, piyasacı, İsrail çizgisinde tanımlıyordu Kurtulmuş.

Önce Saadet Partisi’yle yolları ayrıldı. Sonra kendi partisini kurdu. İhtilafın ne olduğu tam anlaşılamadı aslında. Mesele düşünsel sanıldı. Oysa kısa zamanda gördük ki, Kurtulmuş güç, mevki peşinde koşuyordu. Hızla AKP’nin (Erdoğan’ın kollarına) atıverdi kendini ve her gün, her saniye kendini yalanlamaya başladı. Her telefonumuza çıkan, program davetlerine koşarak gelen Kurtulmuş, yanıtsız bıraktı çağrılarımı. Biliyordu ki tüm bu süreci soracaktım ona. Eğer verecek cevabı olsa gelirdi sanırım… Gelmedi. Gelemedi.

Geçen gün Numan Kurtulmuş ve Reza aynı karede gülümsüyordu. Biri devlet adına ödül veriyor, diğeri de hayır yapmış biri olarak sırıtıyordu. Mesele mühim tabi! Reza, Neo-Osmanlı’yı ayakta tutan iktisadi deha. Önüne bakanlar yatmış adamın. Konuşursa zelzele olacak memlekette. Hukuk düzeni değişmiş herifçioğlu için. Haklı olarak devlet katında itibar görüyor. Tüm nane birlikte yenmiş. Birbirlerini biliyorlar…

Aklı başında kimse yadırgamadı bu görüntüyü. Bir kez ilkeden, haysiyetten ödün verdin mi, arkası gelir. Kuraldır bu. Kurtulmuş “Reza’nın ödül alacağını bilmiyordum.” demiş. Hemen yalanladı bunu Reza. Doğrusu ben Zarrab’a inanıyorum. Nedeni açık; adam ne halt ettiyse ortaya koydu, ona dokunan herkes yandı, Reza hâlâ meydanda. Üstelik başı dik dolaşıyor. Külhanbeyliği yapan ‘Yalnız Padişah’ arkasında! Yalan söylemek için gerekçesi yok Reza’nın… Koca ülkeyi esir almış genç yaşında. İnsanlar mahpusta yıllarca çürüdü, o sırıtarak çıktı işte…
Kurtulmuş’un yüzüne baktım uzunca. Bizi ikna etmek için attığı nutukları anımsadım. Sürekli etik değerlerden söz ediyor, anti-emperyalist çizgisine vurgu yapıyordu. Unutmuyorum, şakayla karışık “Bu değerler üzerinde birlikte siyaset yapacağız” dediydi bir kez. Gülmüştüm o gün. Kendinden ne denli emindi Kurtulmuş. Fikir namusu, özgürlükler bağlamında uzlaşma sağlayacağına emindi… Şimdi kutsal ramazanda Reza’ya ödül verir vaziyette Numan Bey. Değer mi bu hallere düşmeye, diye geçirdim içimden…

AKP ile koalisyon hazırlığı yapanlara anımsatayım istedim. Karşınızda işte sözünü böyle tutan insanlar bulacaksınız. İyi düşünün derim ben. Günün birinde siz de kendinizi Reza’ya ödül verirken ya da önüne yatmış bulabilirsiniz. Benden söylemesi. Biri çıkar, size soru sormak ister, telefonlarına yanıt veremezsiniz. Sonra arkanızdan yazarlar: “Değer mi?” diye…
Sahiden değer mi?