Önümüzdeki dönem başımızı en çok ağrıtacak toplumsal, ortak sorunumuz Kürt siyasi hareketinin güçlenerek dile getirdiği taleplerdir...

Önümüzdeki dönem başımızı en çok ağrıtacak toplumsal, ortak sorunumuz Kürt siyasi hareketinin güçlenerek dile getirdiği taleplerdir. Kuşkusuz içinde bulunduğumuz coğrafyadaki hareketlilik bize sınırların yeniden oluşacağı bir döneme girdiğimizi çağrıştırıyor. Biz, eğer kendi insanlarımızın mutluluğu, esenliği için son bir gayretle, yeni bir sözleşme yapmayı başaramazsak, korkarım ki yakında büyük felaketler yaşayacağız.

Meseleye ilkin kullanılan dil ekseninde bakalım. Karşılıklı restleşmeler ‘milliyetçilik’leri körükler tezi doğrudur. Bir başka deyişle çözüme ulaşmamak için en kolay yol ‘benim babam senin babanı döver’ tadındaki tartışmaları sürdürmektir. Buradan varılacak bir sonuç olmayacağı gibi, zaten zor görünen uzlaşma denklemini daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Seçilen sözcükler, üslup kadar, aba altından sopa gösterme suretiyle oluşan ortam da gerginlikleri pekiştirmektedir. Açık biçimde görüyoruz ki, bu ‘milliyetçi’ savrulmalar sürekli bir tehdit algısı oluşturuyor ve kutuplaşmayı derinleştiriyor. Siyasilerin günlük başarılar uğruna, kalabalıkların şehvet veren alkışları karşısında birbirinin yüzüne bakamayacak hale gelmesi ürkütücüdür.

‘Çatışma ortamı sürmesin’ temennisinin samimi olması için, siyasetin dilinden çatışma doğmaması gerekir. Bir futbol takımı tavrıyla deplasman ve içerisi türünde bir siyasi dil kullanmak yanlış ve tehlikelidir. Sapına kadar da milliyetçidir. Kürt kökenli yurttaşların yoğun olduğu yerde KÜRT popülizmi, Türklerin bol, hassas olduğu yerde TÜRK popülizmiyle bir yere varılamaz. Bunu hem Kürtler adına siyaset yapanlara, hem de muhafazakârlık altında koyu bir milliyetçilik vurgusu yapanlara anımsatmak gerekir.

Türksüz Kürt sorunu çözülemez, Kürtsüz de Kürt sorunu çözülemez. Dahası baskın Kürt milliyetçiliği, giderek bir Türk sorunu yaratmakta; baskıcı bir Türk milliyetçiliğinin de bugünleri doğurduğunu unutmamak gerekir. Eğer bu dil, söylem hızla terk edilmezse, ne seçimler seçime benzeyecek, ne de yeni Meclis herhangi bir güçlü karar alarak anayasa yapmaya cesaret edebilecektir.

Bir diğer önemli sorun da; BDP’nin başarıyla seçtiğini düşündüğüm adaylarını ortaklaştıran nedir sorusunun, yanıtında saklıdır. Altan Tan’la, Sırrı Süreyya Önder hangi ideolojik ortaklıkta bir aradadır? Onları aynı paydada buluşturan karşıtlıklarıdır. Karşıtlıkların doğurduğu birliktelikler tehlikelidir ve kalıcı değildir. Biri İslami hareketten, diğeri sosyalist hareketten bu isimler, salt bir halkın haksızlığa uğraması adına fedakârlık yapıp, bir araya geldiler diye düşünmek, yeterince açıklayıcı olabilir mi?

Örneğin ben Sırrı Süreyya’ya kendimi yakın bulurum. Muhtemelen de Kürt sorunu dahil pek çok temel açmazda birlikte tartışıp, uzlaşabilirim. Ama aynı şeyi Altan Tan için nasıl söylerim? İdeolojik zemini bunca kaygan olan bir ortaklık ben de kuşku yaratır. Oysa ben Kürt yurttaşlarımızın içinde bulunduğu koşulların hangi tarihsel süreçten geçerek oluştuğunu bilen biri olarak, tüm bu meselelerin sosyalizm içinde halledilebileceğini düşünürüm. Ortaya çıkan tablo, benim gibileri dışarıda bırakmaz mı? Farkında olmadan milliyetçi savrulmalar yaşatmaz mı?

Bir diğer açmaz da şudur; ortaya konulan temel tez Kürtlerin sorunları aşılırsa, ülkedeki tüm sorunlar aşılır yönündedir. Büyük oranda doğrudur bu. Ancak Kürtleri güçlü kılan nedir, diye baktığımızda, önümüzde kendini Türk sayan büyük topluluğun ardından gelen ikinci etkili topluluk olduğudur. Hal böyle olunca, güçlü ve kalabalık olanın kazandığı bir anlayış ortaya çıkmaz mı? Elinde topu, tüfeği olmayan, kalabalık olmayı başaramayanların haklarını kim savunacak? Eğer ezilenleri bir etnik tarifle ortaya koyarsanız, kaçınılmaz milliyetçi bir dil kullanmağa başlarsınız. Halkların kardeşliği salt iki halkın kardeşliğini mi kapsamaktadır?

Bu ülkede YGS sınavı herkesi mağdur etmiş, kadrolaşmalarla nasıl güvenilmez bir yönetim anlayışı doğduğu netlikle belgelenmiştir. Genç nüfus işsizlikle kıvranmakta, dahası gelecekten umudunu kesen, insan sevgisini yitirmiş kuşaklar, öte dünya vaatleriyle bulanık bir suda yüzmeye eğilimli hale getirilmişlerdir. İslam soslu kapitalizmin, başka türlüsünden farkı olmadığı hızla açığa çıkmış, ülke koca bir açıkhava hapishanesine dönmüş bulunmaktadır. Türk ve Kürt olarak ya da başka herhangi bir etnik kökenden birisi tüm bu sorunlarda yan yana durmak zorunda değil midir?

Kültürel sorunlar, anadil hakkı, gelir dağılımdaki eşitsizlik, bölgeler arası ayrım, otoriter rejim, yerinden yönetim arzusu ve benzeri pek çok talep/sorun hepimiz içindir. Cumartesi Anneleri hepimizin anası olmadıkça, bu işin içinden çıkılamaz. Hrant Dink, Metin Göktepe, Uğur Mumcu, Musa Anter cinayetlerine karşı duyarlılığımız farklı mıdır?

Rizeli bir çocuğun Şırnak’taki kardeşi için kalbi çarpmıyorsa, oradan ne umut doğar ne demokrasi!