Son yıllarda yaptığı acayip, halüsinatif korku filmleriyle adını duyuran Rus yönetmen Andrey Iskanov bir söyleşide, korku filmlerinin yasak olduğunu,....

Son yıllarda yaptığı acayip, halüsinatif korku filmleriyle adını duyuran Rus yönetmen Andrey Iskanov bir söyleşide, korku filmlerinin yasak olduğunu, bu yüzden Sovyetler Birliği döneminde hiç korku filmi yapılmadığını söylüyor. Oysa, aşırı ve iğrendirici bir şiddet içeren filmleriyle Rusya'da pek sevilmeyen Iskanov'un verdiği bilgi çok da doğru değil. Çünkü Sovyetler Birliği'nde, örneğin 1967 tarihli 'Viy/Kötü Ruh', 1979 tarihli muhteşem Puşkin uyarlaması 'Malenkie Trage-dii/Küçük Trajediler', 1985 tarihli 'Den Gne-va/Gazap Günü' gibi, az sayıda olmakla birlikte sağlam anlatı yapılarıyla oldukça iyi korku filmleri yapıldı. Bunlar arasında, Gogol'ün halk hikâyelerinden yola çıkarak yazdığı bir oyundan uyarlanan Viy'in özel bir yeri var: Genç rahip Khoma, zengin bir bey tarafından ölüm döşeğindeki kızını kutsaması için çağrılır. Fakat konvoy yolda keyif yaptığı için yetişemezler. Bunun üzerine, Khoma'nın eski bir kiliseye kaldırılan cesedin başında üç gece geçirerek kızın ruhunu çalmaya gelecek şeytanları def etmesine karar verilir. Çocukluğumda Abhazya göçmeni bir ailenin kızı olan annemden büyük bir keyifle dinlediğim bu halk masalının özellikle son derece ürkütücü kilise sahneleri o kadar güzeldir ki, cadı ve şeytanları anlatan hiçbir filmin ulaşamayacağı bir sinematografik keyif yaşarsınız. Filmin en önemli yanıysa, Hollywood korku filmlerinin tersine kilisenin zafer kazanamaması, maçın berabere bitmesidir. Film, votka içen iki rahibin konuşmasıyla sona erer: "Küçük bir şişe votka içtim mi, ben bile cadı görmeye başlıyorum." Sonuçta az sayıda da olsa, Sovyetler Birliği'nde de korku filmi yapılmış, ama bunlara halk tarafından örneğin bilim-kurgu sinemasına gösterilenin yarısı kadar bile ilgi gösterilmemiştir. Bu tavırda halkın dinle ilişkisi en büyük etken olsa gerek...

Sovyetler Birliği'nde özellikle devrimin ilk yıllarında birçok rahibe zulmedilmiş, birçok kilise yıkılmıştı. Fakat bu uygulamaları gerçekleştirenler Lenin, Troçki ya da Stalin değil, Vertov'un ünlü belgeseli 'Enthusiasm/Coş-ku'da açıkça görüldüğü gibi bizzat kendi devrimine sahip çıkmaya çalışan halktı. 20'li yıllarda özellikle yaşlılar üzerinden ilerleyen bir dinsel arayış kendini gösterse de Orlando Fi-ges'in "The Whisperers: Private Life in Stalin's Russia/Fısıltıyla Konuşanlar: Stalin Rus-yası'nda Özel Hayat" adlı kitabında dile getirildiği gibi, din bürokratik yasaklarla değil eğitim sistemi sayesinde etkisizleştirilmişti: "Din sorunu, özellikle öğretmenlerin, çocukları ailelerinin otorite ve inançlarını aşma konusunda cesaretlendirdiği taşrada, gençlerle yaşlıları birbirinden ayırıyordu: 'Çaydan sonra annemle tanrının varlığı üzerine tartıştık' diye yazıyor bir taşralı öğrenci i926'da, 'O, dinle savaş ve rahiplerin alaşağı edilmesi konusunda Sovyet gücünün yanıldığını söylüyordu. Bense onu ikna etmeye çalışıyordum: 'Hayır anne, yanılıyorsun. Sovyet gücü doğru, rahiplerse yalan söylüyor.'" Her ne kadar bazı dönemlerde dinsel düşünceye bir baskı uy-gulanmışsa da bu hiçbir zaman anti-Sovyet propagandalarda sıkça dile getirildiği gibi korkunç bir din düşmanlığı olmamış, Ortodoks kilisesi varlığını sürdürmüş, hatta Hedrick Smith'in 'The Russians'da anlattığı gibi örneğin 70'li yıllarda ciddi bir dinsel yönelim de yaşanmıştı.

Sovyetler'in yıkılmasıyla birlikte kiliseler ihya edilerek dine bir geri dönüş yaşanır gibi oldu fakat bu eğilim de kısa sürede sona erdi. Time dergisi 1996'da Rusların yüzde 71.8'inin Ortodoks olduğunu söylüyordu. Oysa 2007 verilerine göre Ortodokslar toplam nüfusun en fazla yüzde 20'sini, ateistlerse yüzde 48'ini oluşturuyor.

Bu yüzden olsa gerek, Ruslar, geçen hafta gündeme gelen tuhaf olayı inanmazlık içinde izliyor. Anımsayacaksınız, kendini peygamber ilan eden Pyotr Kuznetsov'un 25 takipçisi, 2008 Mayıs'ında kıyamet kopacağı gerekçesiyle, yanlarına en küçüğü 18 aylık olan dört çocuğu da alarak yeraltında bir mağaraya sığındılar. Zor kullanılırsa mağarayı havaya uçuracaklarını söyleyen bu insanları dışarı çıkmaya hiç kimse ikna edemiyor. 21 Kasım tarihli The Moscow Times'ta, tutuklanarak psikiyatrik gözlem altına alınan Kuznetsov'un en azından çocukları dışarı göndermeleri için müritleriyle konuşacağı bildiriliyordu. 22 Ka-sım'daysa Kuznetsov'un müritleriyle konuşmayı reddettiğini öğrendik. Bu yazı yazılırken, benzerleri kapitalist ülkelerde defalarca yaşanmış bu olay karşısında Ruslar, hâlâ olan biteni, bu 25 kişinin yaşadığı tuhaf korkuyu anlayamamış ve ne yapacaklarını bilemez halde bekliyorlardı. Özellikle çocukların başına bir şey gelmeden sona ermesini umduğumuz olayın, küresel kapitalizm yolunda hiç de emin olmayan adımlarla ilerleyen Ruslara nasıl etki edeceğini de ileride göreceğiz; belki kapitalizm-korku ilişkisini ve paranın dini imanı olup olmadığını da yeniden tartışmaya açarak...