Şaibe

Kobane’ye gerçekleştirilen IŞİD saldırısının ardından “Katilsiniz” başlıklarının açılmasına fena halde içerlediler. Üç noktadan, eşzamanlı olarak yapılan saldırı sonrasına ait fotoğraflar yeni bir trajediyi anlatmaya yetti. Bu trajedi karşısında, devlet kanallarının taziye mesajı yayınlamak yerine savunma mekanizmasına geçmesi ise “içine düşülen” telaşı gösterdi.

***

Şüphesiz saldırının “en kritik” sorularından biri, IŞİD militanlarının Kobane’ye nereden sızdığıydı. Açıklamalar birbiri ardına geldi. Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim, Kobane’ye saldıran IŞİD militanlarının bölgeye Türkiye’den sızdığını iddia etti. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, iyimser biraz da ironik bir yaklaşımla “Bölgeye Türkiye’den girildiğine inanmak istemiyorum” dedi. HDP tarafından yapılan açıklamalardan biri de Figen Yüksekdağ’a aitti. Yüksekdağ lafı dolandırmadı: “IŞİD’in Türkiye’den geçtiğini düşünüyoruz!” Tarafımıza Kobane’den birinci ağızdan yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi: “Doğu, Batı ve Güney bölgeleri tamamen YPG’nin elinde. Geriye tek bir seçenek kalıyor. IŞİD militanları Türkiye, Mürşitpınar sınırından girdi.”

***

Açıklamalar karşısında söylediğimiz gibi başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’liler gardlarını aldı. Aşina olduğumuz tarz yine karşımıza çıktı. Ölmüş çocuk bedenlerinin olduğu yerde, Kobane ile birlikte Haseke katliamlarının tam ortasından “yersen” kavlinden yeni bir mağdur edebiyatı çıkarıldı. Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu tek ses oldular. Önce saldırıyı “telin ettiler” ardından da sadede geldiler. Erdoğan, Türkiye’yi terörle aynı çizgide göstermek isteyenlerin karalama politikasından dem vurdu. Davutoğlu HDP’yi eleştirdi. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise, “Karanlık odakların devreye girdiğinden söz edip, cihatçıların Türkiye’den geçtiği iddiasını yalanladı. Dışişleri Bakanlığı da üzerine düşeni yapıp aynı şeyleri tekrarladı.

***

Kısaca, mağdur edebiyatı ile jelatinli tüm açıklamalar, telaşın sığ bir sağlaması gibiydi. Sınır bölgesinde ve IŞİD’in, El Nusra’nın filizlendirildiği yerlerde bin bir şaibeye tanık olmuş bir gazetecinin konuyu “açıklamalar tatminkâr, dağılalım o zaman” diyerek kapatması zordur. Tam bu noktada bazı örnekler, detaylandırıcı olacaktır. Sınır bölgelerinde, delik deşik olan noktalara şahit olmak, geçişlerinde “cihatçı oldukları belli olan kişilerin” kayırıldıklarını gözlemlemek, cirit atan insan simsarlarını izlemek devletin “cihatçılara ilişkin politikasını” biraz olsun özetleyebilir. Bu özetin can damarları insan hikâyeleridir. Tel Abyad henüz IŞİD’in elindeyken Akçakale’den alınıp karşı tarafa geçirilen kızların babasından ajandamıza düşen sözler pek manidardır: “IŞİD kandırdı, devlet koridor açtı!”

***

İzlenimlerin üzerine, gerçekleri koyduğunuzda yalanlamalar ve ters manyel iddialar biraz daha sırıtacaktır… Erdoğan’ın “Kobane düştü düşecek” diyerek gülümsediği konuşma arşivdedir. Davutoğlu’nun IŞİD militanları için yaptığı açıklama hatırlanır: “Öfkeli insanlar topluluğu…” Kobane katliamı konusunda can alıcı açıklar vardır. Tam bu noktada; devletin “resmi”, IŞİD’in “gayri resmi” sözcüsü A.A.’nın katliam sabahı o bölgede nasıl olup da “kayıt” dediği sorgulanmalı, “MİT dizaynı” çamur medyasının saldırıdan önce attığı manşetler unutulmamalıdır!

***

AKP’nin değişen uluslararası dengelere, dışarıdan gelen uyarılara, yitirdiği iktidara rağmen halen karanlık bir çizgide yürüdüğü ortadadır. Cihatçılarla bağlar koparılıp atılmamış,

“Yeni çılgınlıklar” yapabilmek için onlardan nemalanma düşüncesinden vazgeçilmemiştir. Çılgınlıkların merkezi ne yazık ki hâlâ Ulubatlı Hasan tarzı, fantastik dış politikadan, “Yürüyelim alalım ulan şu Suriye’yi” noktasından bağımsız değildir. Bu merkezde HDP’nin barajı geçmesiyle level atlayan Kürt kindarlığı vardır. Daha tehlikelisi, “yeni kaos planları” için kullanılacak bu karanlık yüzleri el altında tutma düşüncesinden geri adım atılmamıştır!

***

İşte Kobane, sorusu da “bu çılgın projelerin” ortasında anlam kazanmaktadır. IŞİD, Kobane’ye Türkiye’den sızmış olabilir mi? Selahattin Demirtaş kadar ironik bir cevap verebilmek imkânsız! AKP’nin açıklamaları ortada!

Bu açıklamalar karşısında birkaç soru sormak mümkün…

Kafanızdaki karanlık planları nereden bilelim, o kadar çok yalan söylediniz ki size neden inanalım?

***

Onarım süreci ne ola ki?

Liberal eleştirmenin ön koşulu; klimalı bir odaya kapanıp yazıya başlamadan önce buğu sarmış bardaktan şampanya yudumlamaktır. Tercihe bağlı olarak iki ıstakoz yarıştırılabilir ve kazananı yedikten sonra klavyeye dokunulur. Biz de öyle yapıyoruz! Şaka şaka! Düz yazıyoruz! “Ülke dizaynı” deniyor ya! İşte çaba hep bu! “Yetmez ama evet” sloganlarıyla, çukura soktukları ülke, düzlüğe çıkmak yerine daha da dibe batıyor! Ancak onlar durulup, susmuyor! Ne vakit ağızlarından “sözüm ona” akademik bir tanım ortaya çıksa başımıza bir çorap örülüyor. Yine “onarım süreci”, “demokratik restorasyon” gibi kavramlar havada uçuşuyor. “İntikam zamanı değil yeniden yapılanma koşulu!”

Anlamadıkları şu; biz demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz. Yekten söyleyelim; AKP’den kurtulmak olmazsa olmaz koşulumuz! Kimse intikamdan söz etmiyor, savaş tamtamlarımız da yok! Söylediğimiz çok basit; 13 yıldır siyasi tarihe yön veren partinin başımıza neler açtığı ortada! Çocuklarımızı öldürdü, ödediğimiz vergileri etrafa saçtı, çaldı, devletin kaynaklarını menfaatleri için kullandı. Demokratik sistemler çağdaş hukuk kurallarını işaret eder. Yani; bedel ödettiler, bedel ödeyecekler. Hesap verecekler! İşte restorasyon da onarım süreci de budur! “Bu bile yetmez” geyiğine hiç girmiyorum!