Ankara’da Sakarya Caddesi; Cadde’de Türkiye’nin dört bir yanından gelen Tekel işçilerinin  oluşturduğu ve 78 gün sürdürülen kararlı

Ankara’da Sakarya Caddesi; Cadde’de Türkiye’nin dört bir yanından gelen Tekel işçilerinin  oluşturduğu ve 78 gün sürdürülen kararlı direniş; bu kez işçilerden kopan değil, onlarla bütünleşen sendika yöneticileri; işçilerle eşsiz bir dayanışma gösteren Sakarya esnafı ve Ankara Halkı; hal-hatır sormaya, biz de yanınızdayız demeye gelen ünlü-ünsüz birçok insan.
İşte 78 gün süren işçi direnişinin özeti. Çadırlar kalktı; kalkmalıydı da. Ama bıraktığı izler sürüyor ve sürecek.
Çadırlar kalktı; ancak eylem ve direniş şöyle veya böyle sürecek. Öğrenilen çok şey var ve bunlar unutulmayacak.
Geçen hafta sonu yaptığım bir ziyarette Güneydoğu’dan bir işçi şöyle diyordu: “Asıl demokratik açılım burada. Bizler Diyarbakır’da, Muş’ta, İzmir’de bir ekmeğin iki ucundan tutmuş, karnımızı doyuruyorduk. O zaman birbirimizi tanımazdık. Sonra ekmek küçüldü, küçüldü ve bir baktık ki ekmek biterken biz ortada bir araya gelmişiz. Şimdi hepimiz ekmek kavgası için buluşmuşuz”.
Sözler ve ifade aynen böyle. Ve aslında ne çok şey söylüyor.
Örneğin, yalnız aynı sektörde veya işletmede değil, sektörler arasında da emeğin güçlenmesi için gereken dayanışmacı yaklaşımlara bu ülkede ne kadar boş verildiğini anlatıyor. Buradan ilk ders çıkarması gereken de sendikalar olmalı.
Öte yandan, etnik ve kültürel aidiyetler istenirken, bu istemde nirengi noktası olması gereken bir yanın ne kadar ihmal edildiğini de göstermekte. Kürt kimliğine özgürlük, Türkiye’ye demokrasi, hatta bölgesel özerklik istensin. İyi de, işsiz yığınlar, mesleksiz gençler, yoksulluk içinde büyüyen bebeler için istenilen nedir? Örneğin sosyo-ekonomik haklardan ne haber? Buralarda değişiklik olmayınca, örneğin Meclis’te daha fazla Kürt milletvekili olması; Kürtçe eğitimin gerçekleşmesi halkın temsil edilmesi ve sorunların çözülmesi anlamına mı gelecek?
Biliyorum, bu soruları sordunuz mu, demokrasi karşıtı, milliyetçi, Kürt sorununa yabancı filan olmanız işten değil. Oysa Kürtlerin taleplerini önemsiz veya gereksiz buluyor değilim; ama etnik aidiyetin,- sınıfsal aidiyet gibi, insanın bütününü değil, ancak kısmi gerçeği olduğunun unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.
Neyse bu tartışmaları başka bir yazıya bırakarak, Sakarya-Tekel hattına gelelim.
80 günlük direnişin dikkat çeken bir başka yönünün de, gerçekleştirdiği toplumsal dayanışma olduğu açık. Evet, genel grev uygulanamadı; Türk-İş’e bağlı işçiler toptan bir direnişe geçemediler. Ama bunların yerine toplumsal dayanışma gerçekleşti.
Yalnız bazı sendikalar, meslek odaları veya STK’ler gibi kurumsal dayanışma değildi öne çıkan. Önlerine kurulan çadırlara kızması beklenen esnaf, aksine geceleri kafelerini, restoranlarını açarak direnişe destek verdi. Ankara’nın ortasındaki “çadır kente” birçok semtten evde yapılan yemekler taşındı. Ankara’lı gençler, çadır kentteki ablaları, ağabeylerinin yanında gecelediler; sanatçılar şiirleri, oyunları, müzikleriyle bu zor yaşamı biraz daha çekilir hale getirmeye çalıştılar.
Hani, bugünlerde çok konuşulan, aslında benim de çok sevdiğim bir kavram var; “VİCDAN” İşte bu eylemde “vicdan” öne çıktı ve birçok vicdan sahibinin yüreği Sakarya’da attı. Olaya emek ve sınıf yanından bakanlar kadar, ezilenler ve kaybedenler yanından bakanlar da oradaydılar.
Bu kadar uzun bir sürede, eyleme halel getirecek birçok olay olması da muhtemeldi; ama olmadı; ya da önlendi. Kimsenin burnu kanamadı. Bu özelliğiyle de Tekel işçilerinin eylemi övülmeyi, hak ediyor.
Ve bu sürede herkes bir şeyler öğrendi. Konfederasyonlar da, sendika yöneticileri de, sıradan işçiler de.
Şimdi, bundan sonrası önemli. “Çadır kent” kalktı, kalkmalıydı da. Başka eylemlere, başka direnişlere yer açılmalı.
İşsizliğe, yoksulluğa, işten atılmaya, sendikasızlaştırmaya, çalışan yoksul olmaya karşı eylemler ve direnişler gelmeli; hak arayışları devam etmeli.
Anlaşılmalı ki, bu eylemler de demokrasi gereği; bu istemler de hak arayışı. Gösterilen toplumsal dayanışma da başka bir değişim isteminin habercisi.
Ve sendikalar, sendikalar…
Bir yandan üye sayıları ne kadar azalmış olsa da, hâlâ önemli örgütsel güçler; öte yanda yıllardır sürekli tâviz ve kayıp vermeye zorlanmaktan öğrendikleri bir şeyler olmalı.
Öyleyse…
Not: Bu eyleme destekler hem çok, hem çeşitliydi. Biri de Bilgesu Erenus’tan geldi. Yeni basılan oyununun arka kapağında şöyle diyor. “34 yıl sonra basımı gerçekleşen oyunum Nereye Payidar’ı Ankara’nın göbeğinde tekellere karşı zorlu bir direnişe geçen Tekel İşçileri’ne adıyorum.”