Seçimler bitti, yorumları başladı; epeyce bir süre de böyle gidecek. Yapılan yorumların çoğunu da ezberledim...

Seçimler bitti, yorumları başladı; epeyce bir süre de böyle gidecek. Yapılan yorumların çoğunu da ezberledim.  Arada avangard yorumlar da çıkıyor tabii; ama bunlar da eskinin yeni dilde anlatımı veya yeni kaplarda eski taamlardan öte değil.

Evet, AKP’nin seçim başarısını bu toplumu tanıdığı, sosyo-ekonomik yapıyı iyi okuduğuna bağlayanlara katılıyorum. Seçmenin yarısından oy almak başka türlü açıklanamaz. Yapılan araştırmalar, verilen oyların arkasında ideolojik ve siyasal olmaktan çok, sağlanan hizmetler gibi pragmatik nedenlerin daha önemli rol oynadığını gösteriyormuş; bunda da şaşılacak bir şey yok.  Bir yanda piyasa büyüyor, rant ekonomisi işliyor; öte yanda muhafazakarlık ve dindarlık yükselen değerler haline gelmekte; bunun ötesinde sağlık hizmeti, konut politikası, yoksulluk yardımı derken insanlara ulaşmanın, hamiyetli bir iktidar olmanın yolları bulunmuş durumda.

İyi de, bu araçların her biri bu toplum ve gelecek adına ne vaat etmekte dersiniz? Yani, buralardan ve bunlarla nasıl bir siyaset ve demokrasi anlayışına gidiyoruz?

Kısacası, renki hikayeleri bir yana bırakarak, söylemiyle, vaatleriyle, liderleri ve adaylarıyla bu kıratta bir siyasetin bu toplum ve gelecek için ne kıratta bir umut ve demokrasi vaat ettiğini düşünebiliriz diye sorsam, yanıt nedir? Aslında, partilerin aday seçimini toplumun seçimi olarak kabul etmek bile, demokrasiyi haşat eden önemli bir etken olarak karşımızda dururken demokrasinin kıratını da sormaya pek gerek yok ya!

Evet, benim “sandık-seçim” dediğim epeyce atışmalı, bu nedenle eğlenceli bir seçimi daha atlattık. “Sandık-seçim”ahalisini iyi tanıyan ve tanımak kadar iktidarda olmanın da kozunu iyi kullanan oyunu kazandı. Şimdi yeni bir AKP iktidarı dönemine girilirken, AKP Hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “ustalık” döneminin ne demeye geleceği gibi bir meselemiz var.

Ne dersiniz? Üst üste kazanılan üç seçim  ve yükselen oylar nedeniyle seçim sonuçlarının “milli irade” diyerek daha da mutlaklaştırılması ve demokrasiyi seçimle gelmeye indirgeme eğiliminin güçlenmesinden mi korkalım, biraz azalan milletvekili sayısının “müzakere ve uzlaşma” arayışlarına yol açacağını mı umalım?

Yaşadığımız son bir yıla bakarak, ustalığın ne yönde tecelli edeceği az çok belli denilebilir. Ve keşke böyle düşünenler yanılsa desek de, ileri demokrasi denilen şeyin, yasama ve yürütme gücünün yargıya, bürokrasiye, özerk kurumlara, yarı-resmi organlara doğru ilerlemesi anlamına geldiği görülürken, “seçilmişlerin vesayeti” gibi bir tehlikeden söz edenlere kulak vermemek mümkün değil.

Biliyoruz, iktidar baldan tatlı. Bir kere, çoğunluğu kazananın parsayı toplama olanağı bulduğu bir ülke ve sistemde yaşıyoruz; AKP’de bunu çok başarılı biçimde uygulamakta. Öte yandan, ideolojik ve siyasal seçimleri nedeniyle değil, aldığı hizmetler ve sağladığı çıkarlar nedeniyle oy verme davranışı gösteren bir ülkede, iktidardan uzaklaşan partinin gücünü korumasının zor olduğu da görülüyor.

Bu nedenle AKP varlığını temellendirmek için iktidarını sağlamlaştırmak zorunda. Bunu da demokrasiyi güçlendirerek değil, -öylesi, iktidar alanının daralması ve muhalefif güçlerin güçlenmesi anlamına gelirdi-kendini ve iktidarını güçlendirerek yapacağını bilmekte. Ve o yolda ilerliyor. Bu bir niyet okuması değil; yaptıkları ortada.  Çevresi ve destekçisi dışındaki toplumsal dinamikleri ve istemleri dikkate almazken, iktidarını arttırmaya yönelik yasal ve kurumsal anlamda ne gerekiyorsa yapmaktan kaçınmadığıni açıkça görüyoruz.

Toplum açısından en önemlisi de, yeni anayasa ve Kürt sorunun çözümü gibi iki temel meselede nasıl tutum takınılacağı. Siyasal açıdan asıl kavga da oralarda, bu seçimin toplum için anlamı ve sonuçları da esas olarak bu alanlarda tayin edilece.  Dolayısıyla, buralarda demokratik  ve toplumsal uzlaşmadan yana tutum ve çözümlerin bulunup bulunamayacağı ile çok temel bir kaygı duymamak mümkün değil.

Ne olacak? Kürtler demokratik özerklik, ana dilde eğitim, genel af isterken, AKP milliyetçilik söylemi, birlik-beraberlik şarkısına mı tutunacak, yoksa kalıcı bir barışı ve iki halk arasında uzlaşmayı sağlamanın yollarını mı arayacak? Ya da, yeni anayasa derken, kendi iktidarını güçlendirecek yolların peşinde mi olacak, yoksa bir yandan Kürtlerin istemlerinin hukuki alt yapısı, öte yandan daha demokratik bir yönetim anlayışının çerçevesini hazırlamaya mı yönelecek? Sorular çok.

Ya CHP? “Yarım-başarı”sının daha şimdiden partide kazan kaldırmaya fırsat verdiğini görüyoruz. Bu konu da çok konuşuluyor ve konuşulacak. Ancak, CHP’nin iç fırtınaları, seçimleri ve politikası kadar, muhalefet olarak oynayacağı rol de önemli.  Hatta kısa vadeli bakarsak, bu rolün toplum açısından daha önemli olduğuna kuşku yok. Burada da tartışılması gereken çok konu var.

Bu sorular ve sorunlar karşısında bugün için en umutlu gelişme, 36 bağımsız adayın Meclis’e girebilmiş olması. Ancak onları da zor bir görevin beklediği unutulamaz. Oluşumu ve adaylarıyla umut veren Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloku’ndan seçilenlerin yola nasıl devam edecekleri, nasıl bir politika izleyecekleri ve neler yapabilecekleri konunda da soru işareti çok. Örneğin bir çatı partisinden söz ediliyor; olumlu olabilir. Ancak, daha önemlisi nasıl bir çatı altında olursa Meclis’te oynayacakları rol. Bu konuda ne kadar hazırlıklılar; aralarındaki uyum ne kadar; üzerlerindeki baskıların ve arkalarındaki güçlerin etkisi ne olacak. Bunları bilmek zor.

O nedenle, önümüzdeki Meclis döneminde en temel umut da, en zor sınav da burada demek abartı olmaz. Politik anlamda statükoyu bozacak birileri varsa, bu grup; ama çok yönlü ve çok başlı engelleri olacağına kuşku yok; bakalım ne yapabilecekler? Kendi adıma, varlıkları ve politikalarıyla Meclis’te yeni ve dönüştürücü bir dinamik olma potansiyeline sahip olduklarını düşünüyor ve onlara hem kolay gelsin hem yolunuz açık olsun demek istiyorum.