Seçimler hakkında ve üzerine konuşmak sıkıntılıdır. Rejimin karakteri konusunda ikircikli yaklaşımlar; örneğin ana muhalefet partisinin durumu meşru sayması, devlette ve toplumsal alandaki değişiklikleri görmezden gelmesi kirli sisi yoğunlaştırıyor. Aslında durum açık ve nettir; “parlamenter demokrasi”nin iflası ile eş zamanlı ve bağlantılı olarak “otoriter” parantezinde farklı adlarla anılan bir rejimin devlete egemen olduğu gözle görülür bir […]

Seçimler hakkında ve üzerine konuşmak sıkıntılıdır. Rejimin karakteri konusunda ikircikli yaklaşımlar; örneğin ana muhalefet partisinin durumu meşru sayması, devlette ve toplumsal alandaki değişiklikleri görmezden gelmesi kirli sisi yoğunlaştırıyor. Aslında durum açık ve nettir; “parlamenter demokrasi”nin iflası ile eş zamanlı ve bağlantılı olarak “otoriter” parantezinde farklı adlarla anılan bir rejimin devlete egemen olduğu gözle görülür bir gerçek.

***

Temel yöntem, eleştiri kapısını kapatmak, basını susturmak, sansürü hayatın her alanında egemen kılacak düzenlemelere öncelik vermektir. Bu arada tarihsel olarak haklılık kazanmış kimi olguların lafzını sahiplenmekte zorluk çekmezler. Solun jargonuyla konuşmaktan, kapitalizmin kötülüklerinden ya da emperyalizmle mücadeleden söz etmekten kaçınmazlar.

***

Otoriter yönetimler nasıl Aydınlanmacılığın, sosyalizmin etkisini bu türden yöntemlerle etkisizleştirmek istiyorsa, kimi kurumları içini boşaltarak “yaşatmayı” da tercih edebiliyorlar. Zorunlu olmadıkça parlamentoyu, partileri kapatmaz, sıkı denetim altına alma, el koyma, kapatma tehdidini canlı tutmak koşuluyla sivil toplum kuruluşlarını tümüyle ortadan kaldırma yoluna gitmezler.

***

Başlıca amaç rejimin sürekliliğini sağlamaktır. Bu nedenle son yıllarda, olmayan “itibarı” ABD’de, kimi Batı ülkelerinde iade edilmiş Nazi hukukçusu Carl Schmitt’in “teorisinin” rejimin ‘think tank”lerinde ele alındığını duymak şaşırtıcı gelmedi. Buralarda Schmitt’in teorisinin İslamcı referanslarla zenginleştirilmeye çalışıldığı, İslam devleti hedefinden sapmadan, Batının meşruiyet çerçevesine sığdırılmak istendiği anlaşılıyor.

***

Şimdi Schmitt’in “dost-düşman” ayrımından yararlanarak, ete kemiğe büründürülmek istenen “ötekileştirme” siyaseti daha iyi kavranabilir. Schmitt için ahlakta “iyi- kötü”, estetikte “güzel- çirkin” neyse, siyasette de “dost-düşman” ayrımı odur. Schmitt’e göre düşman kamusal bir düşmandır. Liberaller bu açık itirafı, neredeyse “masum” hale getirmek için bin dereden su getiriyorlar ama Yahudiliğin kamusal düşman ilan edildiğini, Yahudilerin ise kamplarda tek tek ya da topluca katledildiğini hatırlamak onlara da yardımcı olabilir. Ayrıca Schmitt’in kıyımdan çok önce “dost düşman kavramları olduğu surece savaşın da kaçınılmaz olacağını” söylediğini, üyesi olduğu rejimi ve partisini kutsadığını da unutmamak gereklidir.

***

Sınıfsal ayrımların burjuvazinin dolayısıyla siyasi kurmaylarının hoşuna gitmediğini biliyoruz; bu “dost-düşman, öteki-beriki” ayrımları ise sanki bir seçim mücadelesi imiş gibi görülebiliyor. Yanıltıcıdır. Rejim tarafından dizayn edilmiş anayasanın yine rejim tarafından “uygun bulunmayan” bir maddesinin de facto “ilga” edilmesi, anayasanın artık geçerli olmadığını, rejimin tıpkı Schmitt’in dediği gibi “hukuku siyasetin belirlemesinin” sıradanlaştığını göstermektedir. Besbelli Think-Tank’ler Schmitt çalışmayı hızlandırmışlar. Öyleyse “ötekiler” de bu konuya eğilmek, rejimin hazırlıklarını görmek, özellikle de liberallerin Schmitt güzellemelerini deşifre etmek durumundadırlar.

***

Mücadele yöntemlerini, nihai hedefi, ufuktaki sosyalizmi görmezden gelerek küçümseyen, teslimiyet olarak görenler her zaman oldu, olacaktır. Zor olan bu karmaşık koşullarda günü, geleceği, tehdidi, tehlikeyi bilerek mücadele edebilmektir. “Ne oldu, bu kez solun, sosyalistlerin birliğinden söz etmedin” diyen olursa, söyleyelim;

Zincirlerinizin parıltısına aldırmayın yoktur başka bir şeyiniz.