Değerli dostlarım Turhan Ata ile Faruk Türkoğlu’nun imzasını taşıyan Bank-Sen’li Yıllar’ı*, bu güzel derlemeyi zaman tünelinde gidip gelerek; kimi zaman mutluluk duyarak, kimi zaman derin bir hüzünle, hayal kırıklığıyla, o günlerin zalimlerine duyduğum öfkeyle okudum. Kitapta anlatılan pek çok olayın, gelişmenin, başarının, yenilginin tanığıyım. Bitti ve sonunda “bizim sendikalarımıza ne oldu?” sorusu havada asılı kaldı. […]

Değerli dostlarım Turhan Ata ile Faruk Türkoğlu’nun imzasını taşıyan Bank-Sen’li Yıllar’ı*, bu güzel derlemeyi zaman tünelinde gidip gelerek; kimi zaman mutluluk duyarak, kimi zaman derin bir hüzünle, hayal kırıklığıyla, o günlerin zalimlerine duyduğum öfkeyle okudum. Kitapta anlatılan pek çok olayın, gelişmenin, başarının, yenilginin tanığıyım. Bitti ve sonunda “bizim sendikalarımıza ne oldu?” sorusu havada asılı kaldı. Tamam, sermaye sınıfının sürekli baskı ve zorbalıkları, faşist askeri darbelerin kazanımları sıfırlayan, sermayenin dümen suyunda icraatı sendikaları hareketsizleştirdi.

Ama bu sonuçta solun hiç sorumluluğu yok mu?

***

Kuşkusuz var. Önceliği, zamanın sendika önderlerinin bunca fedakârca çalışma içinde birleşme eğilimlerini ellerinin tersiyle itmelerine vermeli bana sorarsanız. Bu olumsuz yaklaşımın arkasında ise, liderlerin siyasal eğilimlerinin, üyesi ya da yandaşı oldukları siyasal parti ya da hareketlerin tutumları var. Sosyal demokrat ya da sosyalist partilerin sendikalar üzerinden güç kazanma eğilimi hep ağır bastı. Aslında bu tutum bir tür kolaycılık olarak da tanımlanabilir. Sendikal harekete katılmış isçiler ne de olsa siyasal bilince yakın bir yerdeydiler; siyasi parti ya da hareketler böyle bir “olanağı değerlendirmekten” kendilerini neden alıkoysunlar!

***

Peki ama sendikalar üyelerini siyasal bilinçten uzak mı tutmalıydılar. Siyasi partiler sendikal hareket içinde kendi tabanlarını güçlendirmek istediklerinde bir suç mu işlemiş olurlar. Kuşkusuz hayır. Ama bu tutum birlik çabalarının sürekli torpillendiği bir ortamda işçilerin, fraksiyonların dar, sınırlanmış, ötekine göre biçimlenmiş, birlik bilincini zedeleyen bir tutumu benimsemelerine yol açıyordu.

***

Sendikaların kendi aralarındaki çatışmalar, yönetimdeki sosyalist sosyal demokrat anlaşmazlığı, sosyalistlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar DİSK’in güçten düşmesine yol açtı. DİSK başkanlığını Genel İş Başkanı Abdullah Baştürk’e 6. Genel Kurul’da kaybetmiş olan Maden İş Başkanı, sendikal hareketin kurucu sosyalist lideri Kemal Türkler’in 22 Temmuz 1980’de öldürülmesinden iki ay sonra faşist darbe gerçekleşti.

***

Askeri darbe öncelikle sendikal harekete darbe anlamı taşıyordu. Sermayenin, neoliberal 24 Ocak kararlarının öncelikli şartının sendikaların susturulması olduğuna askerleri ikna etmesi zor olmadı. Daha sonra Başbakan, Cumhurbaşkanı olan bürokrat Turgut Özal görevde kaldı. Emperyalist destekle sürdürülen baskı, zorbalık ve sessizlik tüm ülkede egemen oldu.

***

Tarihi anlatmak kolay, geleceği öngörmek zordur. Şimdi askeri bir yönetim yok, ama onun yerine sürekli iktidarda kalmayı planlayan açıkça sermaye sınıfına hizmetleri tartışılmaz olan, bunu sermaye sahiplerine sık sık öfkeyle hatırlatan bir yönetim var. Kısıtlanmış yasaları bile uygulanamaz hale getiren yönetim, aynı zamanda kendine yandaş sendika ve federasyonu güçlendirerek de örgütlenmenin önünü tıkıyor.

***

Bank-Sen’li Yıllar kitabı, yalnızca geçmişi anmak, öfkelenmek ya da hüzünlenmek yerine yeniden örgütlenmenin yollarını aramayı öneriyor. Bin türlü “teorik” safsatayla işçi sınıfı dışında tutulmak istenmiş “beyaz yakalı” tabir edilen, gerçekte yakasının rengiyle değil sömürüye karşı mücadelesi ile bilinen banka ve büro işçileri de sınıf kardeşleriyle buluşacaktır.

Tarih yinelenebilir; üstelik bu kez geçmişin hatalarından kurtulmak da mümkündür. Yani… Umarım…

*Bank-Sen’li Yıllar, Başlangıcından beri Türkiye’de Bankacılık; Sosyal Tarih Yayınları