Acayip bir ülke olduk demiştim ama acayipliğin ve garabetin sonu gelmiyor! Çoğu da bir biçimde şiddete ve yasağa bağlı! Örneği çok, birkaçından söz edeyim.

BEYAZ SHOW VE AYŞE ÖĞRETMEN
Ayşe Öğretmen’in ülkenin başta gelen eğlence programlarından birine dalıp, “Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlardan farklı yansıtılıyor” demesinden belli ki, asıl derdi Kürt illerinde yaşananlara karşı Batı’daki duyarsızlık!

Eğlencenin tam ortasına düşen bu sözlerin izleyenleri etkilediği ve bir anda sanal dünyalarından alıp gerçeğe götürdüğü açık; tehlikeli yanı da burası! Oralarda yaşanan acıları ve yoksunlukları dile getirmek, bunlara dur demek tehlikeli!

Öyle tehlikeli ki; apolitik kimliği belli, işini yapmaktan öte bir şeyi pek önemsemediği bilinen Beyaz, nicedir haberlerde bile “birilerini kızdırmayayım” derdine düşmüş Kanal D bu kadar taşa tutulmakta!

AKADEMİSYENLERİN BİLDİRİSİ
Akademisyenlerin yayınladıkları bildiri de, taşa tutulanlardan!

Metin uzun ama özetle, “pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasaklarına, ancak savaşta kullanılacak ağır silahların kullanılmasına, ortaya çıkan yıkım ile ihlal edilen hak ve özgürlüklere” karşı “dur” denildiğini ve devletin kalıcı bir barış için çözüm yolları aramasının, Kürtlerin taleplerine ilişkin bir yol haritasının oluşturulmasının istendiğini söyleyebiliriz.
Sonuç, yine tehdit, yine şiddet! Daha 1,5-2 yıl önce buna benzer lafların Hükümet’çe edildiği unutulup, nefret kusulmakta!

Cumhurbaşkanı, bildiriye imza atanları “aydın müsveddesi” olarak adlandırırken, YÖK “teröre destekçilik affedilmez” deyip rektörler ile Üniversitelerarası Kurul’u harekete geçirmekte; özel üniversitelerden bazıları yol verme işlemine başlamış bile! Yani “koltuklar”, kendilerinden bekleneni yapmaya koyulmuş durumda.

Sedat Peker gibi şiddetin gözü kara askerinin, akademisyenlere karşı “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız, kanlarınızla duş alacağız” yolundaki akıl almaz sözlerini dikkate alacak değiliz ama bu sözler, bu ülkede muhalif durana uzanan şiddetin nerelere uzanacağını göstermesi açısından önemli.



Merkez medyadaki anlı şanlı kalemlerin “ne şiş yansın ne kebap” türünden gevelemeleri de ilginç! Fikir özgürlüğünden dem vurmayı pek sevdiklerinden böyle bir bildirinin yayınlanmasına, özgürlük açısından ele almayı tercih etmekteler ama içeriğini onaylamıyorlarmış! Kendilerinin bileceği bir iş tabii!

Ancak, bildiriyi imzalayanlardan biri olarak onlara şunları hatırlatmadan geçemeyeceğim. Birincisi, bildiriyi imzalayanlar arasında “insan ve ülke” derdine düşmüş olanlar çoğunlukta. Aralarında, benim gibi, bölgede yaşanan şiddet ve savaşta Hükümet gibi PKK’nın rolü ve sorumluluğundan söz edenler de var. Birçok yazıda, PKK’nın yeniden savaş stratejisine dönmesiyle, HDP’yi ve Kürt sorununun siyasal yoldan çözümünü sabote ettiğini dile getirdim. Ancak, bu ülkenin bir vatandaşı olarak, PKK’dan önce devleti muhatap almayı, ve ona tüm vatandaşlar için güven ve huzur, hak ve özgürlük sağlama sorumluluğunu hatırlatmayı kaçınılmaz buluyorum.

İkincisi bugün sesimizi çıkarmazsak, yarın, bu savaşın biteceği, barıştan konuşulacağı günler geldiğinde -geçmişte barış sürecine girerken bu kavgada yitirdiğimiz 30 yıla ve 40 bin insana yandığımız gibi- bunlara eklenen ölülerimiz ve acılarımıza, demokrasi ve özgürlük yolunda yitirdiğimiz yıllara yanmaya da hakkımız olmaz diye düşünüyorum.

Kaldı ki, Ortadoğu’da olup bitenleri gerçekçi bir bakışla analiz edenlerin çoğu, bugün yaşanan vahşeti iki tarafında masaya oturduklarında “ellerini yükseltme” derdine bağlamakta. Onlar ellerini yükseltmeye uğraşırken, iki tarafta canlar gitmekte; oturulacak ev, sokak kalmamakta; şiddet ve savaşın yol açtığı kin ve nefretin büyümesi de cabası! Bunları umursamayacak mıyız?

DİYANET FETVASI
Erk Acarer ve BirGün’ün Diyanet’e sorulan bir soru ve verilen cevap üzerine yaptığı haberin kopardığı kıyamet de ayrı! Soruyu ve verilen cevabı herkes biliyor; yazmaya gerek yok. Ancak burada, iktidar açısından din ve Diyanet’e halel gelmesinin taşıdığı tehlikenin büyüklüğünü görmemek mümkün değil. Dayandığı dağlara kar yağması mümkün çünkü!

O nedenledir ki, Diyanet’in İslam adına ensest konusunda bu kadar utanç verici bir tablo çizmesi durumunda bile, kılıçlar kuşanılmakta!

Aydın donanımları olduğu kabul edilen kadınların, kadınlıklarını bir yana bırakıp yandaşlıklarını konuşturmaları ise, ayrı bir ibretlik! Yazdıkları köşeleri, uçaklarla toplantılarındaki “mümtaz” yerlerini bağladıkları başları ile itaatleri üzerine kurduklarından onları anlıyoruz tabii! Anlıyoruz da, “ne kadar acınası bir durum” demekten kendimizi alamıyoruz!

Konu edilecek daha çok şey var. Art arda gelen katliamlar ve yayın yasakları; devletin hem bu kadar hiddetli olup hem katliamlar karşısında bu kadar zayıf ve eksik kalışı gibi...

Ve bildiğimiz bir gerçek var; bugünkü devran da değişir. Önemli olan da, devran ne olursa olsun başımızın dik durmasıdır.