Ben acılı depremin ardından çıkan yasayla bedelli askerlik yapanlardanım. Sadece yirmi sekiz gün. Bazıları bu coğrafyada doğuştan...

Ben acılı depremin ardından çıkan yasayla bedelli askerlik yapanlardanım. Sadece yirmi sekiz gün. Bazıları bu coğrafyada doğuştan asker biliyorum, ben onlardan değilim. Yirmi sekiz gün bile çok geldi. Üstelik rahatsızlığım nedeniyle tek gün bile elime silah almadım. Hoş eşek kadar adamların kendilerini tatilde sayıp, atış talimlerinden nasıl çocukça haz duyduklarını düşündükçe, insan denen varlığın ne tür dürtülerle biçimlendiğini daha iyi kavrıyorum…
Diyarbakır konuşmasında başbakan sürekli ‘sivil faşizm’ vurgusu yaptı durdu. Haklı bir saptama. Faşizm bir ruh hali, öğreti durumu! Yani askerlerle ilgili değil sadece. Bazen eğitim, ilgi alanları, edebiyatla, sanatla, bilimle uğraşan bir asker; tüm bunlardan nasibini almamış bir sivilden daha demokrat, duyarlı olabilir. Özellikle çocuklarımıza davranışlarımız, faşizme eğilimimizi de ortaya koyar. Baskıcı, otoriter olma genetik bir sorun değildir. Eğitimle biçimlenir ve sonradan tedavisi olanaksızdır.
Parasız eğitim istedikleri için on beş yıl hapis istemiyle, aylardır tutuklu yargılanan insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yumurta atan öğrencilerin terör örgütü üyesi sayıldığı, başkentte işçilerin aylarca soğukta dövülüp, aşağılandığı bir yerdeyiz. Devlet güvencesi altında yapılan sınavlarda ayyuka çıkan skandalı haber yaptığı için açıktan tehdit edilen gazetecilerin olduğu bir ülke. Seçilmiş belediye başkanlarının iddaanamelerini görmeden aylarca tutuklu bulunduğu, pek çok gazetecinin, bilim adamı, yazar, çizerin bir çuvalın içine tıkılıp, bir davayla sürgünde tutuklu bulunduğu bir ülke! Bu örnekleri biliyoruz, çoğaltabiliriz… Kendilerinden çok hoşlanmasam da, patronlar kulübü bir derneğin başkanı hanıma ‘pornocu’ deniyor. Neden? Özgürlük istedi…
Seçim sürecindeyiz. Göz ve çevre kirliliği yaratan pankartlardan hoşlanmasak da katlanıyoruz. Sanırım akıl sağlığını korumak isteyen biri meydanlardan kükreyen liderlerin seslerine de, görüntülerine de katlanamaz! Kendimizi korumamız da olası değil. Her yerdeler… Biri çıkıp, güvenlik görevlilerine başvursa ve biz bu fotoğrafları görmek istemiyoruz, pankartları okumak istemiyoruz dese, ne yanıt alır acaba? Ya demokrasi budur diye nasihat eder gönderirler ya da akıl sağlığından kuşkuya düşerler…
Polisin başbakanın güzergâhında yer alan muhalif pankartları toplamak gibi bir görevi olduğunu yeni öğrendik. Devletin kolluk güçleri bir siyasi parti liderinin ruh hali bozulmasın, sinirlenmesin diye, hoşuna gitmeyen afişleri topluyor, yetmiyor, eğer muhalif kimlikli kimseler varsa da dövüyor, gazlıyor, gözaltına alıyor. Başbakan’ın, kendinden hoşlanmayan birileri olduğunu, onu eleştirenlerin, uygulamalarından rahatsızlık duyanların varlığını bilmesin istiyorlar. Her şey güllük gülistanlık, tüm ülke mutlu mesut… ‘Padişahım çok yaşa!’  anlayışı bu…
Hopa’da bu uygulama en acı sonucu verdi. Demokratik hak kullanmak isteyenler şiddetle karşılaştı, benzer yanıt verdiler ve sonunda ölüm geldi. Bir emekçi öğretmen, hepimizin suyunu korumak için canından oldu. Eğer görünmez olmayı kabul etseydi sorun çıkmayacaktı. Ama o ‘VARIM’ dedi. Bedelini ödedi.
Bize askerlik öykünü niye anlattın diye soracaksınız.
Biz yaşı geçkin paralı erler, haliyle normal bir topluluk değildir. Asker kaçaklarını her türlüsü vardı içimizde. Kuvvet komutanlarından birinin bize nasihat edeceği tutmuş. Bir sabah hepimiz nizamiyede toplandık ve şu emirle karşılaştık; “Yeni komutan bilmem kim gelecek. Denetleme yapacak. Düzen, nizam ve intizam tastamam olmalı ve hiçbiriniz orta yerde görünmeyeceksiniz!”
İyi güzel de bu adam bize seslenmek, durumumuzu anlamak ve nasihat için gelmiyor mu? Üstelik Afyon Emirdağ’da kıç kadar yerde 2000 kişi nasıl yok olalım? Soru sormak yasak, itiraz zaten hepten yasak! Nereye gidelim, ne halt edelim diyemiyorsunuz.
Ertesi gün kuvvet komutanının geldiği saatte emir demiri kesti, hepimiz bir yerlere tıkıldık. Kimimiz çöp bidonlarını kendine siper etti, kayboldu, kimimiz bodrum katlara sürüldü. Her yer derli topluydu. Tuvaletler bal dök yala! Komutanın aklına gelip de; ‘Yahu her şey güzel de askerler nerede?” diye sorduğunu sanmam.
O kafanın nasıl bir düzen istediğini bilmem anlatmama gerek var mı?
Peki ama geçtiği yollarda vatandaş istemeyen, onun yerine robot şakşakçılar görüp mutlu olan başbakanla, bizim komutan arasında ne fark var?
Başbakanın aklına gerçek yurttaşlar nerde sorusu düşmesin diye tüm telaş!