Gezi Türkiye tarihinin en haklı, en meşru, en demokratik eylemlerinden biriydi. Gezi’yi kimse örgütlemedi, öfke kendiliğinden ve kimseler beklemezken patladı. Gezi halkın halk, yurttaşın yurttaş olduğunu hatırladığı, sıra dışı, tarihsel ve evrensel bir hadiseydi; sadece Türkiye için değil, tüm dünya, tüm insanlık için taşıdığı bir anlam vardı.

Sokakta milyonların olduğu her hadiseye birileri müdahale etmek ister, provokasyonlar, yönlendirmeler devreye sokulur, bunlar hep olmuştur, hep olacaktır. Gezi için de birileri, Sorosçular, Cemaat, ABD, her neyse, aynısını düşünmüş ve hatta denemiş olabilir, mümkündür. Ancak sokakta ortaya çıkan kolektif akıl, bu müdahaleyi minimuma indirmiş, olanca sağduyusuyla hadisenin meşruluğuna zarar verecek tek bir girişime bile izin vermemiştir.

Gezi’de bir tane bile ABD bayrağı, AB bayrağı, NATO bayrağı açılmamış, bir kere bile dış güçlere çağrı yapılmamış, bilakis eylemlere başından sonuna kadar bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist bir duruş damgasını vurmuştur. Bu hem sokağa çıkan milyonların, hem de olanca zayıflığına rağmen solun bir başarısıdır. Gezi’nin kökleri tıpkı savunduğu ağaçlar gibi bu topraklardadır, Gezi bu memleketi seven aydınlık yüzlü insanların yine bu memleket için ayağa kalkmasıdır.

Şimdilerde Türkiye yine bir seçim sürecine girmişken, ekonomik kriz olanca şiddetiyle hissedilir hale gelmişken, bu sefer işlerinin o kadar kolay olmayacağı belliyken, toplumu Gezi üzerinden kutuplaştırmak için yine ortaya bir sürü yalan saçtılar, yine Gezi’yi kaşımaya başladılar ve anlaşılan o ki daha da kaşıyacaklar.

Mecburlar, çünkü ekonomik kriz soğan depolarını basıp “halkımıza pahalı soğan yedirmeyeceğiz, stokçularla, karaborsacılarla mücadele edeceğiz” dedirtecek kadar zorluyor bu sefer. Enflasyon alıp başını gitmişken, işsizlik çığ gibi büyüyorken, ekonomi küçülmeye başlamışken, buna bir sorumlu bulmak lazım. “Dolar lobisi”, “faiz lobisi”, “ekonomik saldırı” vesaire derken, iş artık “bir depoya yapılan baskında 30 ton soğan ele geçirildi” noktasına gelmiş durumda.
“Nasıl yapsak da ekonomik krizi unuttursak, nasıl yapsak da ekonomik krizin sorumluluğunu başımızdan atsak?”
Evet, iktidar için en önemli iki soru bu şu aralar. Çünkü MHP’yle yeniden ittifak kurmalarının zorunlu olduğunu görecek kadar farkındalar durumun ve bir yandan bu ittifakı kurarken, diğer yandan da bu iki soruya yanıt vermek zorundalar.
Başta Gezi olmak üzere iç politikada yeni gündemler, yeni kutuplaşmalar yaratmak, Kürt sorunu üzerinden içeride ve dışarıda birtakım operasyonlara girişmek ve bunun üzerinden milliyetçiliğe oynamak, “andımız” ya da “Türkçe ezan” gibi başlıklar üzerinden dinsel algı ve hassasiyetleri kurcalamak ilk sorunun cevabını oluşturacak.

İkinci soruya ise bir yandan “ülkemizin büyümesini çekemeyen ve ekonomimize saldıran dış güçler” edebiyatıyla, bir yandan ise soğan depoları baskınlarında görüldüğü üzere “fiyatları fırsatçılar yükseltiyor, biz de bunlarla mücadele ediyoruz” diye yanıt verilmeye çalışılacak.

Velhasıl, “devletin bekası tehdit altında, kriz yok, kriz varsa da bu dış güçlerin ve onların içerideki işbirlikçilerinin eseri, reisimizin, devletimizin, partimizin etrafında birleşelim” söylemi önümüzdeki üç dört aya damgasını vuracak.

Tam da bu nedenle, hem kriz gündeminin değiştirilmesine izin vermeyecek, hem de krizin neden ve sonuçlarının siyasi olduğunu halka anlatabilecek, yani krizi politize edebilecek bir duruşa, bir çizgiye ihtiyacımız var. Zor mu? Evet.

İmkânsız mı peki? Değil.