Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

AKP Genel Başkanı ve Türkiye’nin yeni “ulu önder”i Recep Tayyip Erdoğan (RTE), 23 Mayıs’ta gerçekleştirilen 8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda yaptığı konuşmada, spor salonları ve statlara ‘arena’ denmesini ‘şık bulmadığını’ belirterek şöyle dedi: “Bir özentidir gidiyor. Kendi dilimizin zenginlikleri varken, bu özentilerle adeta biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa’daki arenaları kalkıp spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil.”

RTE, hafta içinde de aynı söylemi sürdürdü ve imam-hatip çıkışlı yandaşlarına seslendiği bol dualı toplantıda, konuya ilişkin kesin kararını açıkladı:

Statlardan Arena ismi kaldırılacak. Gençlik ve Spor Bakanı’ma talimat verdim. Arena değil burası, stadyum. Biz arena’lara karşıyız. Arenalarda geçmişte neler yaptıklarını bilirsiniz değil mi, insanları parçalattırdıklarını biliyorsunuz. Ne demek ‘Arena’? Bizim dilimizde böyle bir şey yok.”

Söylemdeki buyurganlık ve üstencilik bir yana, insan bu sözleri duyunca, RTE’nin Türkçeyi savunduğunu düşünebilir. Oysa kazın ayağı öyle değil. Biraz irdeleyince, onun asıl derdinin, “arena” sözcüğünün tarihsel anlamıyla ilgili olduğunu görüyorsunuz. İşin içinde “Türkçe kaygısı” değil “medeniyetler çatışması” var…

RTE’nin, “Kendi dilimizin zenginlikleri varken”, özentiyle “arena” gibi yabancı sözcükler kullanılmasını eleştiren konuşmasında tutarlılık yoktu. Nitekim aynı konuşmada geçen, “spor” (Latince), “stadyum” (Yunanca), “salon” (Fransızca), “şık” (Fransızca), “kibar” (Arapça) sözcüklerini anımsatanlar oldu haklı olarak. Türkçe kaygısı olan bir insan bu sözcükleri kullanır mıydı?

RTE’nin 8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda yaptığı konuşmayı özgün metninden okumak istedim. TDK’nin bilgisunar sitesine girip bakınca, tutarsızlığın daha büyük boyutlarda olduğunu gördüm. Uluslararası bilimsel bir toplantıda Türkçenin zenginliğinden söz eden RTE’nin konuşması, baştan sona yabancı sözcüklerle doluydu. İşte onlardan birkaçı:

“Alamet, âlemşümul, bühtan, bihaber, hassasiyet, hedef, ifrat, ihtiyaç, istila, kadim, kıymet, lütuf, mecra, medeniyet, mefhum, muasır, mütemmim cüz, nefaset, nesil, potansiyel, suni, suikast, şahsiyet, tedbir, tefrit, seviye…”

Konuşmasının tümünde neredeyse hiç öz Türkçe sözcük yoktu. Şaşırmadık. Çünkü o zaten öz Türkçeyi “uydurukça” buluyor ve “mütemmim cüz”lü, “âlemşümul”lü, “bihaber”li, “bühtan”lı bir dili “Türkçe” sanıyordu!
Şimdi çağdaş Türkçeden böylesine uzak bir anlayışın “arena” sözcüğüne savaş açmasını alkışlayabilir miyiz?

Bakın, RTE’nin bu konuşmayı yaptığı kurumun sözlüğünde “arena” nasıl açıklanmış:

“arena: Fransızca
Demek ki “arena” sözcüğü tarihsel süreç içinde yalnızca gladyatörlerin dövüştürüldüğü bir yer olmaktan çıkmış; günümüzde “oyun, yarış ve gösteri alanı”, hatta mecazi olarak “siyaset arenası” anlamlarını içeren bir genişliğe kavuşmuştur.

Şimdi ben bu satırları yazdım ya, RTE’nin, TDK Başkanı’na hemen “talimat” vererek “arena”nın Türkçe Sözlük’teki tanımını değiştirtmesinden korkarım! Kim bilir, belki de “Spor Külliyesi” olmasını ister o yerlerin. Olmazsa, “Abdülhamit Han”, “Yavuz Sultan Selim”, “Necip Fazıl” gibi vazgeçilmez adlar sıradadır zaten!

AVM’lerde yabancı ad özentisi
Sorunumuz keşke yalnızca “arena” olsa!

Yunanca kökenli kimi arkaik sözcükler ve onlara benzetilmeye çalışılan anlamsız üretimler şimdilerde moda oldu! Sinemalara, salonlara, büyük alışveriş merkezlerine artık şöyle adlar veriliyor:

Aquarium, Arcadium, Arterium, Atirus, Atrium, Astoria, Autopia, Beylicium, Carium, Galleria, Gordion, Historia, Kardiyum, Lilyum, Mayadrom, Nautilus, Olimpa, Olivium, Optimum, Palladium vb.

Bu anlamsız sözcükleri çağdaş yapıların alnına kazıyarak ne yapmak istiyorlar? Mekânların “marka değeri”ni artırıp sahiplerine havadan para kazanma olanağı sağlamak mı amaç?

Bilinçli olarak sürdürülen bu tutumun çarpıcı bir örneğini de başkentten verelim. Ankara Ticaret Odası’nın Söğütözü’ndeki yeni binasında toplantı, fuar ve sergi alanı olarak ayrılan yere, bula bula şu adı bulmuşlar:

“Congresium”.

Neden bu özenti? “ATO Sergi ve Toplantı Salonu” deseydiniz süsünüz mü bozulurdu?

İstanbul ve Ankara’daki kimi işyerlerinin dudak uçuklatan adlarından da birkaç örnek verelim:

Berdush, Casaba, Chamdan, Effendy, Hammam, Donerchi, Yemekchi, Eskidji, Pahsa, Taxim…

Türkçeye girmiş sözcükler bile mekân adlarında İngilizce yazılıyor artık:

“Renkly”, “Extra”, “Balcon”, “Roumelie”, “Whisne”, “DoRock” (Durak), “MatRock” (Matrak) .

“Türk” sözcüğünü “Turk” diye yazan gazetelerimiz (Haberturk) ve televizyon kanallarımız (SkyTurk) bile oldu süreç içinde!

Kirlenmenin boyutları
Yabancı ad kullanma özentisi, alışveriş merkezlerinden eğlence mekânlarına, otellerden hastanelere, lokantalardan sitelere, her yerde karşımıza çıkıyor. Dil kirliliğinde sınır tanımayan bu eğilim hızla yaygınlaşıyor.

Şimdilerde pastaneler “patisserie”, kahvehaneler “cafe”, aşevleri “restaurant”, bakkallar “market”, berberler “coiffeur”, kurutemizlemeciler “dry house”, fotokopiciler “copy center” olmuş! “Dog-Shop”umuz bile var!

Tüm bu örnekler ortada dururken, iki bin yıl önceki tanımından yola çıkarak “arena” sözcüğünü günah keçisi ilan etmek, Türkçeyi savunmak değildir!