Ankara’da günlerdir haklarını arayan ve bu yüzden darbe dönemlerinde bile görülmeyen bir şiddete maruz kalan TEKEL işçilerine

Ankara’da günlerdir haklarını arayan ve bu yüzden darbe dönemlerinde bile görülmeyen bir şiddete maruz kalan TEKEL işçilerine yönelik fiziki ve ideolojik şiddet devam ediyor. Başbakan, işçileri “ideolojik” davranmakla, çalışmadan para kazanmakla suçlamaya devam etti. TEKEL işçilerinin eylemleri ve talapleri için “Bu ideolojik değil de nedir? Kusura bakmasınlar ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını da orada durarak, oturarak kimseye yediremem” dedi.
TEKEL işçilerini “fazla istihdam” ve “devlete yük” olarak niteleyen başbakan “biz bu fazla istihdamlardan ülkemizi bir defa kurtaracağız. Devlet bu şekilde, üretime yönelik olmayan bir istihdamı sağlama alanı değildir” şeklinde konuştu ve şu tuhaf ve inanılmaz benzetmeyi yaptı: “o zaman biz ne oluruz söylenen laf var ya ‘devletin malı deniz yemeyen domuz’. (27 Aralık 2009, DEİK Genel Kurulu, akparti.org.tr)
Başbakan bir konuda haklı. TEKEL işçilerinin eylemi ideolojik. Elbette ideolojik. Herkesin bir ideolojisi var. Sayın Başbakan gibi “ideolojik” suçlaması yapanların da var şüphesiz. Bugünlerde Ankara sokaklarında iki farklı ideoloji arasında bir mücadele var. Bir yanda özelleştirme ideolojisi, piyasacılık ideolojisi, neoliberal ideoloji; öte yanda sosyal hakları, işçi haklarını, emeği, kamuyu, kamu yararını ve kamu hizmetini savunan ideoloji. Özelleştirmecilik ile kamuculuğun; piyasacılıkla toplumculuğun kapışması Ankara sokaklarında yaşanan. İdeoloji, dünya görüşü, dünyayı anlama, kavrama biçimi. Hangi açıdan, hangi penceren dünyaya bakıyorsunuz meselesi ideoloji.
“İdeolojik” suçlaması eski bir kurt masalıdır. 12 Eylül askeri darbesi, iki kavramı toplumun zihnine olumsuz olarak nakşetmeye çalıştı: Biri ideoloji diğeri ise örgüt. Ellerinden gelse Türkçe sözlükten çıkaracaklardı bu kavramları. Oysa 12 Eylülcülerin de bir ideolojisi vardı. Neoliberal 24 Ocak kararlarının ve 12 Eylül darbesinin toplamından oluşan bir ideolojiydi bu. Sosyal hakları, işçi haklarını demokratik bir ortamda ortadan kaldıramayanların şahane fomülünden oluşuyordu bu ideoloji. İşte o ideolojiyi saklamanın adıydı örgüt ve ideoloji kavramlarını toplumun gözünden düşürme çabası.
İtirazı olanlar, muhalefet edenler “ideolojik” olmakla, örgüt üyesi olmakla suçlandı. İşveren örgütlerinin ve devletin “kozmik” örgütlerinin elele vererek yaptığı darbe ile bir başka ideoloji hakim kılındı. O ideoloji 30 yıldır ülkeyi yönetiyor. İşte o eski kurt masalını bir kez daha anlatıyorlar bize bugün. TEKEL işçileri ideolojikmiş. Peki, TEKEL’in özelleştirilmesi ve sermayeye peşkeş çekilmesi ideolojik değil mi? En yüksek kamu yöneticisinin, kamu işçisine bir patron edasıyla “tazminatlarınızı verdik daha ne istiyorsunuz” demesi liberal ideoloji değil mi?
Evet bugün Ankara sokaklarında iki ideoloji karşı karşıya; biri herşeyin alınıp satılmasına dayalı liberal ideoloji, “bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler” ideolojisi. Bal gibi kapitalizm yani. O ideolojinin pek çok örgütü var. O ideolojinin en önemli “kozmik” örgütlerinden biri Özelleştirme İdaresi Başkanlığı. Ankara sokaklarındaki diğer ideoloji ise emeğin ideolojisi, toplumun piyasadan, kapitalizmden korunması ideolojisi. Onun örgütleri de sendikalar.
Evet, devletin va kamunun malını yiyen, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen “domuzlar” olduğu doğrudur. Ancak bu “domuzların” açığa çıkarılması için piyasacılığın kozmik odalarına girilmesi, kamu mallarının nasıl sermayeye aktartıldığının, kamu kaynaklarından nasıl ucuz krediler aktarıldığının kozmik belgelerinin açığa çıkarılması gerekiyor. Sosyal hukuk devleti olmanın gereği, bu “kozmik” bilgilerin de açığa çıkmasını gerektiriyor.
Ankara’da iki ideoloji karşı karşıya. Bu iki ideoloji 1989 bahar eylemleri sırasında da, 1991 büyük madenci yürüyüşü sırasında karşı karşıya gelmişti. TEKEL işçileri onların artçıları. 2010’da bir yeni “emek baharı” olur mu? Neden olmasın!
TEKEL işçisi, sadece kendi dar çıkarını savunmuyor Ankara’da. O aslında otuz yıldır ülkeye hükmeden  “her şey satılık” ideolojisine karşı, piyasacılığa karşı mücadele ediyor. Mesele 4-C’den ibaret değil. O meşum “her şey satılık” ideoloji mi kazanacak, yoksa “hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için” ideolojisi mi. Mesele bu!
2010’u Ankara sokaklarında karşılayan TEK-    EL işçisinin, yeni yılı fabrika önünde karşılayan Sinter işçisinin, yeni yılı cezaevinde karşılayan DİSK Örgütlenme Sekreteri Ali Rıza Küçükosmanağaoğlu’nun ve “her şey satılık” ideolojisine itiraz edenlerin yeni yılı kutlu olsun.