12 Eylül darbesinden bu yana günlük yasamın aşama aşama bir parçası haline getirilen türban, bugün toplumsal barışın güvencesi olan...

12 Eylül darbesinden bu yana günlük yasamın aşama aşama bir parçası haline getirilen türban, bugün toplumsal barışın güvencesi olan laik kamu düzenini tehdit eder bir konuma gelmiştir. Türbanla bir taraftan laik toplum düzeni hedef alınırken (türbanın üniversitelerle sınırlı kalmayacağı ve kamusal alanın bütününe taşınacağı çok açık bir şekilde anlaşılmıştır), diğer taraftan ABD emperyalizminin ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyadaki hedefleri ve emelleri gizlenmeye çalışılıyor.

Çok açıktır ki, ABD'nin Ortadoğu siyasetinin özünü oluşturan Büyük/Geliştirilmiş Ortadoğu Projesi'ne Türkiye'nin dahil olabilmesi için laik toplum düzenin tasfiye edilmesi gerekiyor. Ilımlı İslam modeli, bu tür bir tasfiye sonrasında oluşturulacak toplum modelinin adıdır. Türkiye, sözünü ettiğimiz projenin kapsamındaki geniş coğrafya için reva görülen bu modelin laboratuvarı olarak seçilmiştir. İşte türban, bu bağlamda hem ılımlı İslam modelini çağrıştıran bir simgedir, hem de söz konusu emperyal projeyi gizleyen bir örtüdür.

Bunun dışında, türban daha hangi gerçekleri ve sorunları örtüyor? Neleri örtmüyor ki, saymakla bitecek gibi değil. İşte size örnekler:
• 2007 yılının kayıp bir yıl olduğu;
• Dünya ekonomisindeki mortgage konut kredileri kaynaklı krizin, 2008 yılında Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyeceği gerçeği;
• İstihdamsız büyümenin yarattığı sonuçlar ve bu bağlamda ülkenin gerçek gündeminin işsizlik olduğu gerçeği (TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu'nun 9 Şubat 2008 tarihli basın açıklaması bu gerçeğe dikkat çekiyor);
• Yolsuzlukların, vurgunların ve talanların unutturulması ve bu bağlamda siyasetin finansmanına ilişkin kanun düzenlemesinin rafa kaldırılması ve yolsuzlukla mücadeleyi üstlenecek merkezi ve özerk bir kurum oluşturulması önerisinin sumen altı edilmesi (benim de üyesi bulunduğum Toplumsal Saydamlık Derneği'nin 7 Şubat 2008 tarihli duyurusu bu noktalara dikkat çekiyor);
• Tersanelerde her gün bir yenisi yaşanan iş cinayetlerine karşı Tersane İşçileri Birliği Demeği'nin haykırışları;
• Sendika, demokratik kitle ve meslek örgütlerinin Çalışma Bakanlığı'nı kaçak işçi cenneti olan Türkiye'nin iş kazası cehennemine dönüşmemesi için göreve çağırması;
• YÖRSAN'da Tek Gıda-İş Sendikası'na üye olan işçilerin işten atılması;
• TEKEL fabrikalarının özelleştirilmesine karşı işçilerin başlattığı direnişler...
Bunlar ilk akla gelenler. Bu liste daha da uzatılabilir. Dileğimiz, türban tartışılırken bu gerçeklerin göz ardı edilmemesidir.