Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından son açıklanan enflasyon ve işsizlik rakamlarından sonra nihayet türban tartışmalarını geride bırakıp...

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından son açıklanan enflasyon ve işsizlik rakamlarından sonra nihayet türban tartışmalarını geride bırakıp (bunda sanırız CHP’nin iptal başvurusunun Anayasa Mahkemesi tarafından kabulünün de önemli katkısı olmuştur) ekonomiye dönmüş bulunuyoruz.
Ekonomiyle ilgili gerçekleri suni gündemler yaratarak görmezden gelebilirsiniz. Ama bu uzun süreli olamaz. Bir süre sonra, gerçek gündemle yüz yüze kalmanız kaçınılmazdır. Nitekim, öyle olmuş ve sonunda ekonomiyi yeniden tartışır konuma gelmiş olduk.
Hatırlanacaktır, 2007 yılının kayıp bir yıl olduğu konusunda hükümet hariç hemen hemen herkes mutabıktı. TÜİK’in “Hanehalkı İşgücü Anketi 2007 Yılı” sonuçlarıyla 2007 yılının kayıp bir yıl olduğu görüşü tartışmasız bir şekilde perçinlenmiş oldu. İşsizlik oranı 2006 yılında olduğu gibi yüzde 9,9’a takılı kaldı. Bu resmi işsizlik oranı. İş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ve mevsimlik işçiler de dikkate alındığında, gerçek işsizlik oranı ikiye katlanmakta. Yani, istihdam yaratmayan, yoksullaştırıcı büyüme süreci artık tartışmasız bir şekilde tescil edilmiş durumdadır.

Türban öncesinde yarım kalan bir tartışma vardı. Tartışma, 2008 yılının da 2007 gibi “kaybedilmiş bir yıl olup olmayacağı” idi. Son açıklanan şubat enflasyonu ile bu tartışma neredeyse başladığı gibi bitmiş oldu. Çünkü 2008’den umutlu olanlar umutlarını yitirmiş gözüküyor. Haksız da sayılmazlar. İlk iki ayda, Tüketici Fiyat Endeksinden gidilerek hesaplanan enflasyon oranı yüzde 2,11 olarak gerçekleşti. Yani, yıl sonu hedefin (yüzde 4) yarısına şimdiden ulaşılmış durumdadır. Hatırlanacaktır, geçen yıl enflasyon yüzde 4 idi yüzde 8 oldu. Geçmiş tekrar edecek endişesiyle olsa gerek, aracı kurumlar enflasyon tahminini yüzde 7’ye çıkardılar.
Diğer makro ekonomik göstergelerde ise, geçmiş eğilimlerin tersine bir gelişme beklenmiyor. Örneğin, açıklanan Ocak 2008 bütçe verileri, 2006 yılında başlayan bütçe kalemlerini çarpıtıcı makyajlama çabalarının devam ettirildiğini gösteriyor.
Anketler, 2008 yılı büyüme beklentisinin yüzde 5,5’den 4,7’ye gerilediğini ortaya koyuyor. Bazı yabancı aracı kurumların yöneticileri, özel sektörün 2008 yılında borçlarını ödemede zorlanacağı endişesini taşıyorlar ve bunu açıkça dile getiriyorlar.

Bir yandan bu beklentiler ortaya konurken, öte yandan toplumun örgütlü kesimlerinden (hem sermaye hem emek çevrelerinden) ekonominin kötü gidişatına yönelik tepkiler geliyor ve her gün bunlara bir yenisi ekleniyor. Bu kesimler sadece eleştiri yapmıyorlar, ayrıca öneriler sunarak yol da gösteriyorlar. Kimisi IMF-DB patentli program sona erdirilsin diyor. Kimisi ise küresel ekonomideki belirsizliğe dikkat çekerek yeni bir sanayileşme politikası öneriyor.
Peki hükümet ne yapıyor?
Hükümet, tüm bu tepkilere ve uyarılara kulağını tıkıyor, IMF’nin dikte ettiği Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısını inatla yasalaştırmaya çalışıyor ve özelleştirmelere tam gaz devam ediyor. Dünyadaki durgunluk tehlikesi ise, onu hiç mi hiç etkilemiyor. Çünkü, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında bir ayrışma olduğu savına (hatırlanacaktır, buna daha önceki bir yazımızda değinmiştik) güveniyor ve dolayısıyla Türkiye ekonomisinin ABD başta olmak üzere dünyadaki olası bir durgunluktan etkilenmeyeceğine inanıyor.
Bir zamanlar “AIDS bizi etkilemez, radyasyonlu çaylardan bize zarar gelmez” diyen politikacıların topluma yaptığı kötülükleri hatırlamakta yarar var.
Umarız, bu sefer öyle olmaz.