Bir süredir evimizin içinde gergin bir ortamda yaşıyoruz. Kızımız Nisan iki yaşına geldi ve birey olarak türlü davranışlarla kimliğini...

Bir süredir evimizin içinde gergin bir ortamda yaşıyoruz. Kızımız Nisan iki yaşına geldi ve birey olarak türlü davranışlarla kimliğini ortaya koymaya başladı. Gerçi onun gelişimini izlerken netlikle kavradım ki, insan büyük oranda temel kişilik özellikleriyle birlikte doğuyor. Elbet bu özelliklerin dönüşmesi eğitime, çevre unsurlarına bağlı, ancak doğa kendi denklemini kuruyor ve deruni ahengini bize sergiliyor.
İki yaşın bir tür ergenlik gibi değerlendirilmesi gerektiğini de yaşadıklarımızla birlikte öğreniyoruz. İki yaş krizleri diye bir sürecin olduğunu bilmiyordum doğrusu. Meğer çocuğun birey olma sürecinin önemli bir kırılma noktasıymış bu yaş. Çocuk ‘hayır’ sözcüğünü duyunca deliriyor sanki. İsteklerini dayatarak gösteriyor bize. Dahası, zihinsel olarak hayli erken geliştiği için, ona olduğundan daha küçük bir yaş muamelesi yapınca isyan ediyor. Tuhaf bir özgürlük ve dil savaşı!

SERİNKANLI OLMAK
Çok zamandır kendi özgürlüklerimizi kızımız için gönüllü olarak daralttık. Çok sevdiğim klasik konserleri, özellikle festivali izleyemiyorum. Bahar esintisi eşliğinde Pera’da bir duble rakı içmek tatlı bir düş. Dahası, olanak bulup baş başa bir gezintiye çıktığımızda bile, ardımızda bıraktığımız Nisan’ın haklarını gasp ediyormuş gibi bir suçluluk duygusunu da yanımızda taşıyoruz. Evet, anne ve babayla olma hakkı…
Eşim çalışıyor. Tipik bir beyaz yakalı yaşantı sürmek zorunda kalıyor. Bundan hoşlanmadığını söylememe gerek yok sanırım. Bir tür tutsaklığa dönmüş çalışma saatleri, tüm yapmak istediklerinden alıkoyuyor onu. Kapitalizmin çarklarından sahte bir yaşam satın almak için, gerçek bir yaşam feda ediyor(uz).
Nisan’ın çığlıkları daha çok annesinden uzunca ayrı kaldığında, sabahları büyükannesine doğru yoldayken artıyor. Aslında doğasında olanın peşinden gidiyor çocuk. Üç buçuk aylıktan beri, sabah beyaz yakalı bir anneyle birlikte uyanmak, kar kıyamet demeden yollara düşüp büyükanneye gitmek, akşam sekizlerde eve gelmek çocuğu yordu. İtiraz ediyor. Bu tür bir uygulama hiçbir hayvanda yok, doğada yok.
Kızımın isyanını, haykırışını, öfkesini anlıyorum. Her ne kadar kimi zaman katlanılmaz bir hal alıyorsa da onun gözü yaşlı, çığlık çığlığa hali, hak veriyor ve soğukkanlı olmaya çabalıyorum(uz).

KİMLİK DEDİĞİN NEDİR?
Kızıma bakıyorum; koyu tenli, lüle lüle saçlı, uzunca boylu, tane tane konuşan bir melek. Muhtemelen esmerliği büyükbabanın Antakya’lı oluşundan... Uzun boyunu Gönen’li büyükannesinden almıştır, diye düşünüyorum. Tane tane konuşması İstanbul doğumlu olan babası ve halasından gelebilir belki. Güzel gülüşü Merzifon doğumlu annesinden mutlaka… Ne bileyim, Burdur’un Doğanbaba köyünden göç etmiş dedesinden kimbilir hangi huylarını aldı? Uzatabilirim…
Şahane bir rastlantıyla evlendik biz. Devlette çalışan bir anne babaya sahip eşim, göçmen bir halde sürmüş yaşamını. Memuriyetin getirdiği denk düşme birleştirmiş ebeveynlerini. Ne bir köken bağı var ne de bir başka zorunluluk… Biri yurdun bir yerinden, diğeri ötesinden… Bizim evlilik de rastlantılarla dedim ya; ne hemşehriliğimiz var, ne itikat birliğimiz, ne de başka bir şey… Salt birbirini anlamak, sevmek, âşık olmak… Bizce gerekçeler bunlar… İstanbul bir araya getirdi bizi. Kucakladı ve bu küçük melek İstanbullu oldu…
Peki ama benim kızımın alt kimliği var mı? Ya da üst kimliği? Kızım hangi inanca üye acaba? Bir ulus-devlette yaşadığını biliyor mu? Ya da kızımın kırmızı çizgileri neler?

TÜRK VE KÜRT OLMA YORGUNLUĞU!
Artık kabak tadı veren milliyetçilikten bıktım. Sabah kalktığında sadece bir Türk/Kürt olarak uyanan bir dolu insan var. Ne kadar sıkıcı, sığ, acınacak varoluş biçimi bu! Düşünsenize, bir çocuğun büyümesine tanıklık eden biri, insanın doğayla kurduğu ilişkiyi kavramaya çalışan bir kişi, yaşamı dönüştürmek için fikir üreten, yazan, düşünen biri için ne kadar dar bir elbise bu! Sahi siz Türk ve Kürt olarak uyanmaktan, yaşamaktan ve hissetmekten yorulmadınız mı?
İki yaşında bir çocuğun dini olur mu, milleti? İki yaşında bir çocuğun ülkesinin sınırları da yoktur sanırım…

ANNEYE SESLENİYOR…
Esas sorulması gereken soruları sormamak, sordurtmamak üzerine kurulu bir düzenin içindeyiz! Acı olan da bu işte!
Bir çocuk annesiyle dilediğince zaman geçiremiyorsa, Kürt olsa ne olur, Türk olsa ne olur…