Son iki haftadır görsel ve yazılı medyada, ABD’de başlayan ve Avrupa’ya yayılan mevcut krizin Türkiye ekonomisine olası etkileri tartışılıyor. İlginçtir; bu tartışmalarda ne soruyu soranlar...

Son iki haftadır görsel ve yazılı medyada, ABD’de başlayan ve Avrupa’ya yayılan mevcut krizin Türkiye ekonomisine olası etkileri tartışılıyor. İlginçtir; bu tartışmalarda ne soruyu soranlar ne de yanıt vermeye çalışanlar “Türkiye ekonomisinin zaten bir süredir krizin içinde olduğu” gerçeğini nedense görmezden geliyor. Oysa ABD’de de krizin “k”sinden söz edilmezken Türkiye ekonomisi 2007 yılında tökezlemişti. IMF-Dünya Bankası patentli programın en çok önemsediği ve performansından memnun olduğu makro-ekonomik değişkenlerde hedefler şaşmıştı. Hatırlanacaktır, büyüme yüzde 5’ten 4’e gerilemiş, enflasyon hedefi yüzde 100 sapmıştı. Ayrıca, öteden beri performansın düşük olduğu göstergelerde ise bozulma devam etmişti. Üstelik bu tablo dünya ekonomisindeki olumlu konjonktüre rağmen ortaya çıkmıştı. Son tutsat konut kredileri kaynaklı kriz gösteriyor ki, 2008 yılı hem dünyada hem de Türkiye’de sancılı bir şekilde kapanacaktır. Kaldı ki, bunun işaretleri 2007 sonlarına doğru açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Ancak ilginçtir, Aralık 2007’de hazırlanan 2007 yılı Katılım Öncesi Ekonomik Program’da ve ardından 10 Ocak 2008’de açıklanan Acil Eylem Planı’nda ve daha sonraki aylarda hazırlanan 2009 yılı Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan’da ABD ekonomisindeki krizin olası bir derinleşmesinin Türkiye ekonomi üzerindeki olası etkileri göz ardı edilmiştir.

Bu belgelerde dünyanın ayrım (decoupling) -bazıları ayrışım diyor- sürecinde olduğu ve ABD’deki krizden gelişmekte olan ülkelerin etkilenmeyeceği ileri sürülmüştür. Yani, bu belgeler “bize bir şey olmaz” anlayışıyla hazırlanmıştır. Doğaldır ki “sorun yok” tespiti yapıldığında çözüm de aranmıyor. Bu anlayışla bugüne gelinmiştir. Makro-ekonomik sorunlar çözülmek bir yana daha da katmerleşmiştir. Son açıklanan sanayi üretim rakamları tehlikeyi bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Ağustos sanayi üretimi yüzde 4 gerilerken, imalat sanayiinde gerileme yüzde 5.7 e ulaşmıştır. Bu rakamlar üçüncü çeyrekte büyüme hızının beklenilenin çok daha altına ineceğini gösteriyor. Türkiye büyürken istihdam yaratamıyordu. Şimdi istihdam sorunu çözülemeyecek bir  noktaya doğru hızla gidiyor. Çünkü büyüme düşme trendinde ve düşmeye devam ediyor.

Ne yazık ki, hükümet tüm bunlar olup biterken karanlıkta ıslık çalarak “bize bir şey olmaz” öyküsünü halka yutturmaya çalışıyor. Hükümet, ne söz konusu mevcut belgelerde bir revizyona gidiyor ne bir B planı sunmaya çalışıyor ne de Merkez Bankası’nın döviz deposu işlemlerini başlatması uygulaması dışında herhangi bir somut tedbir alıyor. Gerçi son günlerde İstanbul’un uluslararası finans merkezi yapılması önerisi bir B planı gibi sunuluyor ama bu öneriyi başta işadamları olmak üzere hiç kimse ciddiye almıyor. YASED’in son anketi bu durumu açıkça gösteriyor. Kaldı ki, bu öneri yeni de değil.

Ciddi olmayan bu arayışlar bir kenara bırakıldığında, hükümetin genel tavrı için şu söylenebilir: Saldım çayıra mevlam kayıra.

 

Editörün notu:

Yazarımızın cumartesi yayımlanması gereken makalesini, elimize geç ulaştığı için, okurlarımızdan özür dileyerek bugün yayımlıyoruz.