“Cemiyetler Kanunu’nun değişmesinden sonra 1946’da Ortaköy’de tütüncüler bir araya gelerek, İstanbul Tütüncüler Sendikası’nı kurdular

“Cemiyetler Kanunu’nun değişmesinden sonra 1946’da Ortaköy’de tütüncüler bir araya gelerek, İstanbul Tütüncüler Sendikası’nı kurdular. Bu sendika çok az yaşadı ama yaşadığı süre içinde bütün tütün işçilerinin sahip çıktığı bir kuruluş oldu. Ama yetkililer, polis yasal bir biçimde kurulmuş olan bu sendikayı dağıtmak için elinden geleni yaptı. Hiç unutmuyorum, sendikayı kuran arkadaşları Ortaköy’den Sirkeci Emniyet Müdürlüğü’ne kadar urganla bağlayıp, yürüterek götürdüler. Aralarında Seher Kerpiç adlı bir de kadın işçi vardı.”
Tütün işçilerinin çileli sendikalaşma ve hak arama mücadelesinin bir kesitini böyle anlatıyor emektar tütün işçisi ve sosyalist sendikacı  Zehra Kosova. (Ben İşçiyim, İletişim Yayınları, 1996, s. 137). Yıl 1946 aylardan Aralık idi. 1946 yaz aylarında kurulan, filizlenen sendikaların pek çoğu aradan 6 ay geçmeden kapatılmış, ezilmişti. Tek parti döneminden çok parti dönemine geçilmişti güya. Ama CHP hükümetinin, denetiminden çıkan sendikalara, düzene muhalif sol partilere tahammülü yoktu. “16 Aralık 1946” tedbirleri çerçevesinde Tütüncülerin sendikası ile birlikte pek çok sendika ezilmişti. Zehra Kosova’nın anlattığı gibi sendikacılar urganlarla birbirine bağlanıp kış günü Aralık’ta Ortaköy’den Sirkeci’ye o meşhur Sansaryan’a Hanı’na götürülmüştü.
Yıl 1946 aylardan Aralık idi. Başbakan’ın adı Mehmet Recep Peker’di, sendika sevmezdi, farklı ses sevmezdi. 1946’da urganla bağlanıp emniyete götürülen tütün işçileri bıkmadı, yılmadı. Israrla pek çok sendika kurdular. Bu sendikaların önemli bir bölümü daha sonraki yıllarda Tek Gıda-İş çatısı altında birleşti. Tek Gıda-İş, Türkiye’nin önde gelen sendikalarından biri oldu. 60’lı 70’li yıllar kamu işçisi ve sendikaları için parlak yıllar oldu. Önemli haklar elde ettiler.
Geldik bugüne… Yıl 2009, aylardan Aralık, soğuk bir kış günüydü. Hak arayan TEKEL işçilerine, Tek Gıda-İş üyesi işçilere Ankara’nın ortasında herkesin gözü önünde basınçlı soğuk su sıktılar, biber gazı sıktılar. Ellerinde urganlar değil basınçlı soğuk su sıkan, gaz bombası atan “modern” aletler vardı. Teknolojinin bütün nimetlerini işçiye karşı şiddet olarak kullandılar. Yıl 2009, yer Ankara’ydı. Polisin basınçlı su sıktığı işçilerin başkanı Mustafa Türkel gözaltına alınabiliyordu. Ama aynı Ankara’da 19 maden işçisinin iş cinayeti sonucu öldüğü madenin sahibi adliyede ifadesini verip elini kolunu sallayarak çıkıyor ve sıkılmadan gazetelere ilan verip hükümet erkanına teşekkür ediyordu.
Yıl 2009 aylardan Aralıktı. İçişleri Bakanlığının başında “demokratik açılım”dan sorumlu bir bakan vardı. Başbakan’ın adı Recep Tayyip Erdoğan’dı. O da 1946’daki adaşı gibi sendikaları pek sevmiyordu. Adaşı, sendikaları devlete karşı sinsi odaklar olarak görürdü. O ise sendikaları “yan gelip yatan işçileri” sokağa döken kuruluşlar olarak görüyordu muhtemelen. 1949 Tütüncülerinden 2009’un TEKEL işçilerine… Türkiye işçi sınıfının yakın tarihi şunu gösteriyor ki, devletçi-seçkinciler ile piyasacı-muhafazakar-seçkincilerin sınıfa karşı tutumları aynı ortak paydaya sahip. Sendika sevmiyorlar, “ayak takımı” sevmiyorlar, hak arayanı sevmiyorlar…