Türkiye’de inşa edilmekte olan rejimin siyasi, toplumsal, hukuki boyutları olduğu kadar bir de ekonomik boyutu bulunuyor doğal olarak ve o ekonomik boyutun ise bildiğimiz neo-liberalizmin sınırlarını aşan bir niteliği var. Doğru, özelleştirmeler, sermayeye yönelik vergi muafiyet ve istisnaları, verilen büyük teşvikler, emeğin taşeronlaştırılması, güvencesiz çalıştırma, kamunun tasfiyesi, mali disiplin, faiz dışı fazla, bunların hepsi iktidarın ekonomi politikalarının neo-liberalizmle ne kadar uyumlu olduğunu gösteriyor ama “rejimin ekonomi-politiği” dediğimizde bakmamız gereken şeyler de var.

Rejimin ekonomi-politiği ile kastettiğimiz şey özetle şu: Tepesinde tek adam bulunan fiili parti-devleti rejiminin, devletinkinden farklı olarak, bizzat kendi varoluşu için gereken gelirleri nasıl elde edeceği, harcamaları ise nasıl yapacağı.

Buna dair çeşitli iddialar var ve bu iddialara göre, yol, tünel, havaalanı gibi devasa ihaleler, ödeme garantili bir şekilde rejimin işadamlarına veriliyor; yani köprüden, tünelden geçecek, havaalanına inecek müşteri sayısı üzerinden yıllarca sürecek ödeme yapılması şeklinde bir anlaşma yapılıyor ya da rantı çok yüksek araziler imara açılarak bu işadamlarına bedelinin çok altında paralarla devrediliyor, bunun karşılığında ise belli bir tutar rejimin fonlanmasına ayrılıyor.

varlik-fonu-ya-da-yeni-turkiye-a-s-242281-1.

Kimi zaman malum vakfa bağış yapmak, kimi zaman rejimin propaganda aygıtı olan havuz medyasının televizyon ve gazetelerinin sahipliğini üstlenmek ya da onlara ortak olmak, kimi zaman yayılmacı dış politika adına yapılan örtülü operasyonları desteklemek, alınan devasa ihalelerin karşılığını oluşturuyor ve böylece “rejimin bekası” garanti altına alınmış oluyor. Bu ise bir tür paralel kamu maliyesi ve paralel vergilendirme yöntemi anlamına geliyor. “Normatif devlet”in resmi kamu maliyesinin ve vergilendirmesinin yanında bir de “imtiyaz devleti”nin, yani rejimin kamu maliyesi ve vergilendirme sistemi karşımıza çıkıyor.

İşte Varlık Fonu denilen uygulamayla, “paralel maliye”nin yanına adeta bir de “paralel hazine” ekleniyor. Devletin olanaklarıyla ve çok sayıda kamu kurumunun ve varlığının devriyle kurulan, piyasa koşullarında faaliyet gösterecek ama vergi ödemeyecek, Meclis ve Sayıştay denetimine tabi olmayan, yöneticileri başbakan tarafından atanacak devasa bir şirket, devasa bir holding Varlık Fonu.

Varlık Fonu ile birlikte devletin şirket gibi yönetilmesi hayalinin de ötesine geçilecek ve devletin kendisi bir şirket-devlet formuna bürünecek, şirketin tepesinde kâğıt üzerinde başbakan, fiilen ise “Reis” bulunacak, yani “şirket-devlet”, “Reis-patron” tarafından yönetilecek. Eğer referandumdan “evet” çıkarsa, bu durum resmileşecek, çıkmazsa fiili durum devam edecek. “Evet” çıkması durumunda bütçe yapma yetkisinin Cumhurbaşkanına ait olacağını da not edelim ki, ekonomi yönetiminin kime ve nereye bağlandığı daha net bir şekilde anlaşılsın.

Varlık Fonu, rejimin ekonomik ayağını teşkil edecek, hedeflerini ve yatırımlarını rejimin iç ve dış politikadaki hedeflerine uygun bir şekilde belirleyecek, kaynak ve rant dağıtımı buradan yapılacak. Örneğin, az önce söz ettiğimiz yap-işlet-devret modeline dayalı dev inşaat yatırımları buradan fonlanacak, fona devredilen kamu kurumları ve kamusal varlıklar sorgusuz sualsiz özelleştirme talanına açılabilecek.

Fon’un faaliyetleri Sayıştay denetiminde olmayacak, başbakanın atayacağı “bağımsız” bir komisyon, denetleme faaliyetini üstlenecek. Aynı şekilde Meclis denetimi de olmayacak, sadece çoğunluğunu iktidar partisi vekillerinin oluşturduğu Bütçe Plan Komisyonu, Fon’un faaliyetlerine dair rapor hazırlayabilecek.

Fon’a devredilen kurumlar ya da Fon’un kuracağı şirketler, gelir, kurumlar, sigorta, damga gibi her türlü vergiden muaf olduğundan ve devredilen kurumların çoğu vergi rekortmenleri listesinin ilk sıralarında yer aldığından, bütçede ciddi bir gelir kaybı ortaya çıkacak. Bu gelir kaybı ise emekçilerin, çalışanların sırtındaki ağır vergi yükünün iyice ağırlaştırılmasıyla telafi edilmek istenecek, yani fatura bir kez daha emek kesimine çıkarılacak.

Kanunlarla değil kararnamelerle, Meclis’ten değil Saraydan yönetilen bir ülke hayali, maliyesini Sayıştay’ın, KHK’larını da kanunlarını da Anayasa Mahkemesi’nin denetleyemediği, dolayısıyla hem politik hem ekonomik olarak her türlü denetim mekanizmasının dışına çıkarılmış bir rejim hayali, tepedeki tek adamın kendi maliyesine, kendi hazinesine sahip olduğu bir rejim hayali…

İşte Varlık Fonu bu hayalin gerçekleşmesi için atılan en büyük adımlardan biri olma niteliğini taşıyor, devlet holdingleşip rejim bir şirket-devlete dönüşürken, Reis de adeta şahsi holdingine kavuşuyor, patronlaşıyor. Yalnızca siyaseten değil, ekonomik olarak da gücün hiçbir şekilde denetlenemeyen tek bir merkezde, tek bir adamda toplanarak yoğunlaştığı ama tam da bu nedenle giderek daha da kırılganlaştığı, risklere çok daha açık hale geldiği bir gidişat, doludizgin ilerliyor.