Memleketin hali ‘Vaziyet-i umumi’ şiiri gibi. Zalim, yobaz iktidardan söz edince Altan abi gülümseyerek anlatmıştı; Menderes’in nasıl gözünü karartıp da cadı avına çıktığını. O yılları görmedim ama bir Can Yücel şiirini yaşıyoruz şimdi...

Bir televizyon kanalında ‘Lacivert’ adlı edebiyat/kitap programı yapıyordum. Mesleğe yeni başlamış olmanın heyecanı, okurluğun meraklı yolculuğu karışmış, alabildiğine çalışıyordum. Tuhaftır, televizyon aygıtının etkisi büyüktür, ancak pek olumlu işler için kullanılmaz. Oysa bir anlaşma olsa, her ekran insanı biraz katkı yapsa düşün yaşamına, hemen fark edilir etkisi toplumda. Bir zaman yazmıştım: “Bizim memleketin büyük uzlaşısı, cehalettir” diye!

Yayıncılar yeni çıkan kitaplarını gönderir; kitaplar tanıtılsın, yazarlarıyla konuşma yapılsın isterler. İşimiz bu. Gördüm ki, pek kimse bu gelen kitapları okumuyor, hatta arka kapağına, basın bültenine bakan bile yok. Sıradan bilgilerle, her yanda yazılı olanla, yalap şalap sorular sorup, tamamlıyorlar programları. Hoş, pek izleyen, önemseyen de yok ya bu yayınları! Ben kendime bir ilke koymuştum; okumadığım, yazarlığı hakkında derinlemesine bilgi edinmediğim kimseleri yayına çıkarmayacağım, diye. Sözümü tuttum…

Bir gün, yine koca bir paket geldi. Doğan Kitap’tan... Kalın bir kitap, üzerinde ‘Bir Dönem Bir Çocuk/Altan Öymen’ yazıyor. Anı kitapları özce kaleme alındıysa her zaman çekicidir, hem bilgi verir kişiye, hem birinin dünyasını tanırsınız. Üslubu olan yazarları okudukça, bir dönemi, dünyayı izlerken, yazınsal lezzet duyar okur. Diyeceğim; hemen konuk almak istedim Öymen’i. Telefona sarıldım. Yayıncıyı aradığımda, rastlantı bu ya, talihim yerinde, Altan Öymen oradaymış. Davetimi ilettim. Memnuniyetle karşıladı yazar. İki gün sonra buluşmak üzere sözleştik.


vaziyet-i-umumi-66727-1.Yeni bir tür; anılı kitap

Kitap sekiz yüz sayfa. O dakikadan itibaren neredeyse yemeden içmeden, uyumadan okumaya koyuldum kitabı. Diğer anı kitaplarına benzemiyordu. Bir yanda yazar kendi dünyasının penceresini aralıyor, öte taraftan titiz bir tarihçi gibi hem bizim ülkeyi, hem dünyayı ayrıntısıyla anlatıyordu. Diyebilirim ki, siyasal ortamdan tutun, sanat, edebiyat, spor çevresine tüm katmanlarıyla, romancı becerisi eklenerek resmedilmişti dönem. Çok etkilendim. Altını çizerek okudum her satırını.

Gün geldi; Altan Öymen her zaman olduğu gibi şıktı, nazik ve incelikliydi. Yalnız biraz kuşkuluydu, hemen fark ettim. Belli ki, koca kitabın bunca kısa zamanda okunacağına ihtimal vermemişti. Yılların usta yazarı tatsız tuzsuz söyleşilerden bıkmıştır eminim. Masaya oturduk, söyleşi başladı. Benim kitabı derinlemesine okuduğumu görünce, çocuksu bir coşkuyla anlatmaya başladı Öymen. Aramızdaki yakınlık o söyleşiyle başlar. O günden sonra ‘Altan abi’ oldu benim için usta kalem. ‘Bir Dönem Bir Çocuk’a anı kitabı demenin eksik tanım olacağını söyleyince gülümsedi Altan Abi ve yeni bir tür doğdu: ‘Anılı Kitap’!

Çalışkan, titiz bir adam Altan Öymen. Dördüncü cildi tamamladı. Üç bin sayfayı buldu yaşam öyküsü, daha orta yaşa gelemedi. Her kitap çıktığında ilk söyleşiyi benimle yapar. O yazıyor, ben okuyorum… Sonra insanlara aktarıyorum. O günlerde CHP Genel Başkanlığı’ndan devrilmişti Altan abi. Ayak oyunlarıyla alaşağı edilmişti. Daha bir gün öncesine dek ülkenin en önemli siyasi isimlerinden biriyken, bir anda sıradan kimse muamelesi görmeye başlayacaktı. Yazarlığı, düşünce adamlığı korur böyle durumlarda kişiyi. Altan abi hemen gerçek işine dönüvermişti işte.

Sözünüz yoksa susun!

‘Finansal Forum gazetesinde yazmaya başlamıştı Altan Öymen. Doğrusu biraz garipsemiş, belki küçümsemiş, koca yazarın sıradan bir ekonomi gazetesinde yazmasını anlayamamıştım önce. Altan abi gülümseyerek konuştu: “Yazarlık yaşamı engebelidir. Doruk ve zemin arası kısadır. Önemli olan varlığı sürdürmek, not düşmek, bayrak sallamaktır” dedi. Aklıma kazıdım bu sözleri. Ardından benim de köşe yazıcılığıma ön ayak oldu, ben de aynı gazetede kültür-sanat yazıları kaleme almaya başladım.

Yazım yayınlanınca soluğu Altan abi’nin yanında aldım. Okumuştu çoktan. Sevinçliydi. Öğütlerini, önerilerini, eleştirilerini bekledim. “Köşe yazmanın çok yalın bir kuralı vardır. Her şeyi bir günde yazmak zorunda değilsin, ertesi gün de yazacağını unutma” dedi Altan abi. Ardından kutladı beni. Bazen tek cümle yeter işte. Ben de aynı tavsiyeyi yeni yazarlara yapıyorum. Deneyimliyim artık. Bir de şunu ekliyorum; ‘Her gün yazmak zorunda değilsiniz, sözünüz yoksa susun!’

Bedel ödemeyi göze almalı

Gazetecilik işinde kovulmak sıradan bir durum! Mesleğin bir parçası… Ben kovulunca karalar bağlayan, dövünen basın mensubuna hiç rastlamadım. Hatta kutlama yapıldığını, meyhaneye gidilip kadeh kaldırıldığını bilirim. Yazar, çizer tayfası eğer bedel ödemeyi göze almıyorsa, bu işlerde olmamalı. Hem sözünü söylemek isteyip, hem bir elin yağda, diğeri balda olmuyor. Üstelik görev hakikati ortaya koymaksa, kaçınılmaz biçimde düşman ediniyor insan. Bütün iktidar odakları karşında birleşiveriyor. Ben de sıkça kovuldum. İlerde anılarımı yazınca okursunuz…

Altan Abi’nin “Bayrak Sallama” tezi doğrudur. Bunalım dönemleri, kendi dilini, koşullarını yaratır. Bugün de böyle. Memleket gazeteci mezarlığına dönmüş durumda. Dayanışmaya, direnmeye gereksinim var. Para, pul, şan, şöhret geride kalır; hakikati açığa çıkarma kaygısı, sorumluluk duygusu ağır basar. Yeni bir programa başlıyoruz bu günlerde, bu duyguyla… Sık kovulan, birlikte de çok kovulduğumuz gazeteci dostum Orhan Gökdemir’le. Eskiden sabah işe giden gazeteci kapıdan alınmayınca kovulduğunu öğrenirmiş. Sonra plaza kartları okunmayınca anlamaya başladı. Şimdi bir cep telefonu iletisi yetiyor kovulmaya.

Memleketin vaziyeti ortada

Haftaya yeni bir programa başlayacağız. Böyle bunalım dönemlerinde yaratıcılığın geliştiğine şahit olduk çokça. Bir tür gerilla yayıncılığı bu! Olanaklar sınırlanınca, bayrak sallamak için yeni yollar buluyor insan. İşe koyulduk hemen. Programa bir isim lazım. Bizim Gökdemir yılların deneyimi. Akşam buldu ismi. Kaç zamandır ikimizin ağzında Can Yücel var. Göndermiş şiiri Can Baba’dan…

vaziyet-i-umumi-66724-1.VAZİYET-İ UMUMİ

benim halim memleketin hali

üç gündür kabızım, dışarı çıkamıyorum

ne geğiriyor ne osurabiliyorum

içim gırtlağıma kadar bok

her zamanki gündelikçi kadın iki kız yollamış yerine, acı şeyler

etrafımda dolanıp duruyorlar

zaten başım dönüyor

yemekten içmekten kesildim

boyuna lağman yaptırıyorum, götüme fitil sokuyorum

bunlar yetmezmiş gibi dışarıda

sokak inşaatı yeniden başladı

matkaplar gırla

kendimi intihar edeceğim bir gün...

Sokakta usulca yanıma sokulup, kulağıma korkuyla fısıldar insanlar, ‘Ne olacak memleketin hali?’ diye. Zaman kendi bildiğince akar, koşullar, iktidarlar değişir, bu soru dimdik durur. Altan Abi’yle karamsar olduğum bir gün söyleşiyorduk. Üzerimizdeki baskıdan, giderek çılgınlaşan, zalim, yobaz iktidardan söz edince gülümsedi. Demokrat Parti yıllarını anımsattı. Menderes’in nasıl gözünü karartıp cadı avına çıktığını söyledi. Hak verdim. O yılları yaşamadım… Bir dönemi bilmek için yaşamak zorunda değil elbet kişi. Üstelik ayrıntılı biçimde Altan abi yazıyor ‘Anılı Kitap’larında.

Bir kez geliyoruz hayata

Günce tutan insanları önemsiyorum, hayranlık duyuyorum. Disiplin işi. Üstelik yıllar sonra önemli işlevi oluyor bu notların. Bilgiye ulaşmak kolay artık… Kurmaca yazarlığı için bilgi, ikincil bir gereksinim. Önce kişinin dünyasına girmek lazım! Olaylar karşısında ne tür tepki verdiği, hangi duyguları yaşadığı önemli bireyin. Anı kitapları, yaşam öyküleri bundan önemlidir. Bir dönemin ruhunu kavramak için anahtar olurlar. Belki toplum, bilgi eksiği kadar, bu çerçeveyi, ortamı duyumsama eksiği olduğu için tepkisiz.

‘Memleketin vaziyeti ortada!’ Altan abi bu sözcüğü sık kullanırmış yöneticilik zamanları. “Vaziyete hakim olmak” önemli. Ne demek bu? Olayları izleyeceksin, akan hayatı sezeceksin, geleceğe dair öngörülerin olacak ve etik ölçülerle bir terazi kuracaksın. Kolay değil bu yetileri edinmek, ölçüleri taşımak ve yolundan dönmeden ilerlemek. Bazen kolay edinilen başarılar körlük yaratır insanda. Oysa hiçbir başarı rastlantıyla gelmez. Diyelim geldi; kalıcı olmaz, kaybolur gider. Alkış bir tür uyuşturucudur.

Dedim ya; Can Yücel şiiri gibi günler. Mutsuz, karamsar, geleceksiz insanlar her yanda. İçimizde büyüyen keder, solunan havada baskı var. Kişi, dünyayı kendinden ibaret sanınca, umut kırıklığı artar. Tarih bizle başlamıyor, yaşadıklarımız salt bize özgü değil. Evet, bir kez geliyoruz hayata ve bunu güzelliklerle sürdürmek istiyoruz. Peki ya güzel olan ne?

Anı kitapları, günceler okudukça izi olan insanların tadına varıyorum. Hayatımıza girdiklerinin farkında değiller belki; çoğu göçtü, gitti. Yine de bizimle atar kalpleri. Bizce iz bırakır, yeniden doğar yazarlar. Demek güzel olan bu! Tanımadıklarımızın ruhuna dokunmak, öykülerine katılmak, etkilemek…

Son satırlara geldiğimde acı haberi işittim. Oktay abi ölmüş.

“Önce ekmekler bozuldu” demişti.

Hala bozuk o ekmekler…

vaziyet-i-umumi-66725-1.