AKP’nin yine kazandığı seçimlerden biriydi. Elbet seviniyorlardı. Ben de Skytürk’te konuk yorumcuydum. Ekrana sonuçlar verilmeden haber merkezlerine düşer. İlk değerlendirmeyi yapmak gerekir o an. Oral Çalışlar’la merdivende karşılaştık. Yüzünde mutlu, mesut bir ifade, yengi coşkusu vardı. Bana eliyle ‘nasıl geçirdik’ derce bir hareket yaptı. İlk yorumu buydu.

Aynı gün yayına çıktık. Ben elden geldiğince, dilim döndüğünce bir iki söz ettim. Bu kez Ali Saydam beni ’60 Model Solcu’ olmakla suçladı. Ben de 2000 model liboş olmaktansa demode solcu olmayı yeğlediğimi, söyledim. Pek bir keyifliydi bey! Onun da ilk yorumu buydu.

Yine Skytürk zamanı, Ali Sirmen-Kürşat Bumin birlikte program yapıyor. Arada rastlaşıyoruz. Bumin, Ergenekon ve diğer davaların savcısı, iktidarın ekran temsilcisi. Beni ulusalcı/darbeci olmakla suçluyor, kendini solda görüyordu. O Yeni Şafak’ta yazıyordu, ben BirGün’de! Garip o solda, ben sağda... Acıyarak bakardı biz eksik akıllılara. AKP devrimciydi ona göre. Sonra bir daha rastlaşmadık. Geçen gün söyleşi yapmışlar BirGün’de! ‘Kullanıldık’ demiş. Çok güldüm, Allah onu da güldürsün…

Kılıçdaroğlu’nun davetiyle CHP PM’ye girdim. (Bu konuyla ilgili tüm ayrıntıları BUNAMADAN ANILAR kitabında yazacağım) Sabah bir baktım Yeni Şafak, Star manşetten “Tuncay Özkan kontenjanından Ergenekoncular CHP’de” yazmış. Benim adım da var. Tuncay Özkan’la tanışıklığım ‘Merhaba’ düzeyinde. Hem ona haksızlık, hem bana. Yargısız infaz. Yayın yönetmeni Yusuf Ziya Cömert’i aradım, lütfen düzeltin bunu, dedim. Tamam, dedi. İç sayfalardan birinde karınca duası bir yazıyla geçiştirdi.

Taraf yazarıydı o zamanlar Elif Çakır. CHP kurultayında yanıma geldi. Sorular sordu, yanıtladım. Daha önce programıma çıkmıştı. Arka arkaya hakkımda yazılar yazdı. İnanılmaz iftiralar, yalanlarla dolu. Yanıt vermedim. Yine vermeyeceğim. Fakat bir baktık, Kabataş rüyasını görüvermiş. Şimdi o yazılara inananlar düşünsün. Ekranda bana kumpas kurduğu dostları… Kanaltürk arşivinde var.

CHP’den ayrıldım. Bir gazeteci canlı yayında benim ayrılmamla ilgili perde arkasını anlatıyordu. Ağır ifadeler kullandı. Editör Ecevit Kılıç’tı. Ece Üner’di yayında olan. Şimdinin ünlü haber sunucusu! Yayına bağlanmak istedim. Yazık ki bağlamadılar. Ertesi gün gelin, burada aynı süreyi vereceğiz, dediler. Meğer perde arkasında Yiğit Bulut varmış. Tezgâh kurmuşlar. Neyse… Gün geldi Yiğit Bulut ayrıldı görevinden. Bana sordular ‘Ne düşünüyorsunuz?’ diye. ‘Cevap şansı olmayan hakkında arkadan konuşmam’ dedim. Tek söz etmedim.

Kinci değilim. Esasen kolay unuturum. Daha doğrusu iyiyi, güzeli, dostları unutmam da, kötüyü, kalp kıranı unuturum. Bu isimlerin ortak özelliklerinin ne olduğunu herkes biliyor. Kaç kişinin canını acıttıklarını, yalanlarla kara bir tarih yazdıklarını… Kimi hââ bir yerlerden besleniyor, görevde. Kiminin sonu geldi, oyun dışı kaldılar. Bana sorarsanız her an geri dönebilirler. Bunların yanında alabildiğine Cemaatçi de var elbet. Zaten kankaların yolu daha yeni ayrıldı.

Öyle günler yaşadık ki; ‘Taraf’ çıktığında, bu bir infaz gazetesi, dikkatli olmak lazım, deyince, çok yakın bir gazeteci arkadaşım köpürmüştü. Ülkenin en cesur haber yapan gazetesini eski kafayla değerlendirdiğimi söylemişti. Tartışma uzayınca, darbecilere destek vermekle suçladı beni. Olay bizim evde oldu. Bir daha yüz yüze gelmedik. Acaba şimdi aynaya bakınca, aklına ben gelir miyim? Taraf olmayınca bertaraf olunuyor ya… (Yandaş medyada çalışıyordu, umarım hâlâ görevindedir)

Tüm bunları niye yazdım?

Bugün kime dokunsanız bu türden öyküler duyarsınız basın dünyasında! Hâlâ gazetelerde, televizyonlarda hükümet komiserleri var. Utanmadan yayına çıkıyorlar. Ama en azından bunları görüp, bu dünyanın kimseye kalmayacağını anlasalar bari… Ankara’da olup, kabine üyesi gibi davranan gazeteci mi istersiniz, arkadaşlarını patrona gammazlayan mı istersiniz, canlı yayında hükümet sözcüsünden mesaj alıp, ona göre yorum yapan mı istersiniz…

Bu ülkede gazetecilik BAŞCUMHURBAŞKANI’nın yanıtlarına soru hazırlamaktır! sandınız, ama değil…