Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Sayın İmren Sipahi, son yıllarda ana babalar arasında yaygınlaşan garip bir söyleme dikkatimizi çekiyor: “Attila Hocam, sizinle paylaşmak istediğim bir durum var: Özellikle TV dizilerinde ‘özne›ler yer değiştiriyor. Şöyle ki: Anne, çocuğuna ‘annem’, ‘annecim”, baba ise ‘babacım’ diye hitap ediyor. Böylesi bir durum iki üç yıl önce yoktu. Bir curcunadır gidiyor ve Türkçemiz her geçen […]

Sayın İmren Sipahi, son yıllarda ana babalar arasında yaygınlaşan garip bir söyleme dikkatimizi çekiyor:

“Attila Hocam, sizinle paylaşmak istediğim bir durum var: Özellikle TV dizilerinde ‘özne›ler yer değiştiriyor. Şöyle ki: Anne, çocuğuna ‘annem’, ‘annecim”, baba ise ‘babacım’ diye hitap ediyor. Böylesi bir durum iki üç yıl önce yoktu. Bir curcunadır gidiyor ve Türkçemiz her geçen gün daha fazla bozuluyor.”

Evet, böyle bir söylem var gerçekten. Ama yalnızca dizilerde değil. Çevremizde de çok sık tanık oluyoruz bu garip konuşma biçimine. Daha çok da annelerin çocuklarına, “annem, anneciğim” diye seslendiğini görüyoruz. Kullanım alanı daha sınırlı olsa da, bu seslenme biçiminin “abicim, teyzecim, halacım, dayıcım, amcacım” türevleri de var. Bazen de çocuklara yönelik sevgi sözcüklerinin genç anneler arasında tavan yaparak «aşkım, sevgilim” biçimine dönüştüğü gözleniyor. Babalara gelince, onlar da boş durmuyor; “aslanım, yiğidim, koçum” diye seviyorlar oğullarını!

Türkçe açısından uygunsuzluğu bir yana, bu söylemin çocuk eğitimi yönünden de çok sakıncalı olduğu biliniyor. Nitekim psikiyatrlar ve psikologlar ana babaları uyarıyor ve çocuklarına kesinlikle “annecim, babacım, aşkım, sevgilim” diye seslenmemelerini öğütlüyor. Çünkü henüz soyut düşünmeyi bilmeyen gelişme çağındaki çocukların bu tür kavramlarla karşılaşmaları, onların kafasını karıştırıp kimlik bunalımı yaşamalarına yol açar.

Dilimizin kullanımına uygun düşmediği gibi, çocuklarımızın kişilik gelişimini de olumsuz yönde etkileyen bu yeni modadan ana babaların uzak durmalarında yarar var.

***

HAFTANIN NOTU

Bir başka Cumhurbaşkanı!

Yer, Lefkoşa’daki Yakın Doğu Üniversitesi Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi… KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, birazdan Donizetti’nin “Aşk İksiri” operasını sergileyecek. Salon tıklım tıklım dolu. Orkestra üyeleri ve sanatçılar büyük bir heyecan içindeler. Çünkü üç yıl önce kurulan bu orkestra, Kıbrıs’ta kendi olanaklarıyla ilk kez bir opera sahneleyecek. Derken, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve eşi Meral Hanım salona giriyorlar. Ama arkalarında koruma ordusu yok! Öyle sessiz geliyorlar ki, çoğu kişinin haberi bile olmuyor! Ne itiş kakış yaşanıyor ne bağırtı çağırtı! Kimse de ayağa kalkıp alkışlamıyor! Mustafa Bey ve eşi, en ön sıradaki protokol koltuğuna değil, orta sıralarda bir yere oturup halkın arasına karışarak bekliyorlar gösterinin başlamasını…

Figen Ayhan Karakelle’nin yönettiği, orkestra şefliğini Ali Hoca’nın yaptığı “Aşk İksiri»ni Sermin Dikmen Töre (soprano), Barış Yanç (tenor), Arda Aktar (bariton), Tuğrul Enver Töre (bariton) ve Hatice Zeliha Kökcek (mezzo soprano) büyük bir başarıyla sergiliyor. Cumhurbaşkanı, oyunun sonunda sahneye çağrılıyor. Akıncı,”Bana burada Donizetti dinleterek faşistlik ettiniz!” demiyor. Tam tersine, “Bize yaşattığınız bu güzelliği izlerken, büyük önder Atatürk’ün, ‘Efendiler; hepiniz milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatçı olamazsınız!’ sözünü anımsadım» diyerek kutluyor sanatçıları. İşte o zaman büyük alkış kopuyor ve bütün salon sevgiyle uğurluyor Akıncı çiftini…

Lefkoşa’da mutluluk verici bu tabloyu izlerken, Türkiye’de sanatçılara karşı son günlerde girişilen korkunç linç kampanyasını ve “cadı avı”nı düşündüm. Sonra da sanatı ve sanatçıyı baş tacı eden bir Cumhurbaşkanı›na sahip oldukları için KKTC yurttaşlarını kıskandım!