Kabul edilmeyen gerçekler: Kürtlerin ACISI ve talepleri

Yazık Türkiye

Bir yerde acılar büyük.

Öte yerde meydanlar dolu,

Çare bulsun diye, Anadolu yürüyor.

Büyük Türkiye

Kasetleri konuşuyor
 
Kabul edilmeyen gerçekler: Kürtlerin ACISI ve talepleri

Ateş ve kan durmuşken, yeniden canlanıyor. Barış ve çözüm beklerken,  ölen her gençle, oğlunun arkasından ağlayan her anneyle yeniden kahroluyoruz; üzüntümüz gibi utancımız da artıyor.

Ve her zaman ki gibi olaylar sonrası yorumları izliyoruz. İktidara yüklenen, derin devlet diyen, komplo teorilerine sığınan, dış mihrak arayan da var, gizli müzakereler devam ederken böyle “kazalar” olurmuş diyenler de. Ne yazık ki,  bu toplumun ihtiyaç duyduğu marifet artık “en parlak, en hakiki” yorumlar değil. Siyasetçilerin, medyadaki “can kuşların” neyi ne kadar bildikleri hiç değil.

Güya seçime gidiliyor! Her gün meydanda bir araba laf edilmekte! Medya da seçimin nabzını tutmak için yarışta!  Ama Kürt meselesinde, gösterişli bir duyarlılık ile yıllardır dinlediğiniz kendi doğrularından öte bir şey yok!  Umut verir bir çözümden söz edeni, aklı ve cesareti bir araya getireni görmekse hepten zor. Bir tek yeni anayasa lafı dolaşıyor ortalıkta; sanki sihirli bir anahtar!

Oysa herkes biliyor ki, bu ülkede insan hakları ve özgürlükleri, toplumsal istikrar, siyasal demokrasi,  ekonomik gelişme gibi nereden baksanız, karşımıza çıkan temel bir mesele var. Ve yine biliniyor ki, yaşanan bunca acı, ödenen bunca bedelden sonra Kürt meselesinde geriye dönüş yok. Peki, ilerisi nedir, nerededir? Seçimin ana konusu burada; ama can kulağıyla dinleyeceğiniz bir şeyler söyleyen çıkıyor mu?

Peki, bir yandan can acısı yaşayan, öte yandan geçim ve gelecek derdiyle belini doğrultmakta zorlanan bu halk mı bu konuyla ilgilenmiyor? Halk mı esenliğinin ve geleceğinin Kürt sorunun çözümünden geçtiğini anlamıyor? Yoksa  “o dedi, bu dedi” gibi kolay konulara kaçmak mı siyasetçilerin işine geliyor? Hele kasetler yıkarken ortalığı…

Oysa siyasetçiler iktidar ve gücü seviyor, lider olduklarını düşünüyor, devlet adamlığına kendilerine yakıştırıyorlar. Her biri, dünya çapında liderlere benzetilmekten de pek hoşlanıyor.

Peki, gerçek iktidarın ve liderliğin sorunlar ve sınavlar karşısında kazanıldığının farkında değiller mi?

Yani bu ülkede Kürtlere ve Türklere, bir “çok şükür “ dedirtmeyi, her iki yakadaki gençlere savaştan/sokaktan başka bir çare göstermeyi beceremediğiniz takdirde bu ülke için bir lider, bir devlet adamı olmanız mümkün mü? Aksine bu savaş, bu çözümsüzlük sürdükçe ne söyleseniz boş; liderliğiniz de hayal!

 Yazık, çok yazık!

Görülmeyen Kervanlar: Yollara Düşen ANADOLU

Nisan başından buyana ANADOLU yürüyor. Her yöreden insan yollara düşmüş,   toprağı, ağacı, suyu, kuşu, bitkiyi “paraya” teslim etmeyeceğiz diye diye Ankara’ya yürüyorlar.

Duyan ilgilenen pek yok; ama yollarda “kervanlar”  var. Köylüsü kentlisi ile, yaşlısı genci ile, bugünü ve geleceği korumak gerektiğini bilen insanlar adım adım seslerini çoğaltarak yürüyorlar.

Konuşmalarına bir kulak verin isterim. Medyanın ilgisini çekmese de, onların da kasetleri var. Videoda bir kadını dinledim.

“Gün ola hayır ola” diyor;  “Ankara’ya gidiyoruz; bakalım görelim neler olacak? Paradan başka şeyi görmeyenler, herşeyi alıp satmaktan başka şey düşünmeyenlerin kulakları sağır.

Ama biz yalnız değiliz. Yürürken, bu dağlar, kurtlar, kuşlar, ağaçlar, çiçekler bizimle yürüyor. Bu topraklarda yatan ecdadımın ruhları da bizimle birikte, hep birlikte yürüyoruz.”

Bu güzel duyarlılığa, bu sağlam bilince ne denir! Sonra düşünsek; bu ülkeyi sevmek, düşmanlığı ve savaşı sürdürmek mi, cebi dolsun diye tarihe, doğaya, çevreye aldırmamak mıdır? Sevmek, ecdadının bıraktıklarına saygı, geleceğe bırakacağı konusunda ise kaygı duymakla mı olur? Ne yazık ki, yanıtlar gözlerimizin önünde.

Yazık, çok yazık!

Duyulmayan Sesler: Ekolojik Anayasa ve DÜNYANA[1] Hakları

Anadolu’dan yürüyenler gibi,  bir başka gurup insan da bir umuttur diye anayasa tartışmalarına yeni bir boyut katmaya çalışıyor.

Nicedir yeryüzünün bir nesne değil canlı bir varlık olduğu kabul edilmiş durumda. Hoyrat kullanım nedeniyle bu varlığın yaşamının tehlikede olduğunu görenler de var dünyada ve Türkiye’de.

Nicedir, çevrenin yalnız insana verdiği zararlar nedeniyle değil, yeryüzünün ve yeryüzündeki tüm yaşamın devamı adına da korunması gerektiği kabul edilmiş durumda.  “Toprak Ana Hakları” diye bilinen bir haklar bildirgesinin kaleme alındığı ve bazı ülkelerde, anayasalarda bu yolda düzenlemeler yapılmaya başlandığını biliyoruz.

Ve şimdi “ekolojik anayasa girişimi” adını alan bir gurup insan, Türkiye yeni bir anayasa yapıyorsa, çağın gereklerini görsün, yeryüzü ve yaşamı dikkate alacak bazı düzenlemeler yapsın diyorlar. Uluslararası düzeyde bu yolda bazı gelişmeler olurken, Türkiye’de 2012 tarihinde yapılacak bir anayasa bunların farkına varsın istiyorlar.

Bu nedenle 15 Mayıs’ta bir toplantı düzenlendi. Geniş bir çağrı yapıldığını düşünüyorum; ancak bu toplantıda, siyaset dünyasından, anayasa taslakları hazırlayan ve tartışan çevrelerden, medya dünyasının ünlülerinden pek kimseyi göremedim. İşleri başlarından aşkın, ne de olsa!

Toplantı sonrasında doğayı, dünyayı bir hak öznesi olarak ele alan bir bildirge hazırlandı; bakın ne diyor!

“Anayasa insan merkezli değil, ekoloji merkezli ‘bütünleşik’ bir hak anlayışını temsil etmeli… Vatandaşlık tanımına, doğayı korumak ve onun emanetçisi olmak eklenmelidir; bu aynı zamanda ‘ekolojik vatandaşlık’ demektir.”

Güzel değil mi? Tabii bu maddeleri görünce, siyaset ve medya dünyasındaki cangıl içinde egoyu değil de, “ekolojiyi” merkeze alan bu toplantıya neden pek ilgi gösterilmediğini anlamak da zor olmuyor.

Yazık, çok yazık!

Zorunlu bir ek: Kasetler ortaya çıkalı beri, ahlâk ve özel hayatın gizliliği konusunda konuşmayı çok sever olduk; bana da bakmayın, aslında dedikoduyu seviyoruz demek düştü. Evlilik dışı ilişkilerin yaygın olduğu ve erkeğin elinin kiri sayıldığı bu toplumda, siyaset dünyasında da bunların olması konuşulur, ama kimse şaşmaz. Bu bir. Bunların oy hesaplarında önemli bir sapma yaratması da pek beklenmez. Bu iki.  ABD Başkanı, IMF Başkanı’nın başına da böyle şeyler geldiğine göre suçlu bellidir; “viagra”. Mutluluk hapından vazgeçilmesini ise, hiç beklemeyin, bu üç.

İşin bir de kadınlar kısmı var tabii; beni de çok ilgilendiriyor. Onlara ne olacak derseniz, orasını onlar düşünecekler derim! Karıların ve kadınların durumunu konuşan bile olmadığına göre, düşünecekleri çok şey de var demektir! Bu da dört.

[1] Bolivya’da kalme alınan bildirge de kullanılan “Motherearth” kavramı çok güzel. Bunu “toprakana” diye tercüme etmek mümkün; alıştığımız kullanıma da daha uygun. Ama “dünya veya yeryüzü” kavramları topraktan çok fazla şeyi ifade ediyor; ve hem canlı bir varlık dendiği hem korumak istendiğinde bu varlığı daraltmamak daha doğru olur diye düşünüyorum. Bu nedenle Dünya’dan vazgeçmemek için, “DünyAna” diye bir kavramlaştırmaya gittim. Kuşkusuz tartışmaya açık!