Yıl biterken Türkiye’den Öğretiler

Yıl biterken Türkiye’den Öğretiler

Muhafazakarlık dönüşüm öncüsü,

Nereye diye soranlar statükocu.

Laiklik out,

Endişeli modernlik elden ele gezmekte.

Sol siyaset en büyük ezber,

Ama kapitalizmi unutmak şart.

Kapitalizm, emperyalizm

Wikileaksten sızmadığı için geçersiz.

Ve çok şükür yeni bir açılım:

Kapitalist Siyasal İslama karşı                                                                            

Sol Siyasal İslam.

 
Bir yıl daha bitiyor. Yıl biterken, keşke, her yıl gazete sayfalarını kaplayan “geçen yılın önemli olayları” karşısında, bir de geçen yılda siyasal ve toplumsal anlamda “harcadıklarımızın, kaçırdıklarımızın” çetelesi tutulsa diye düşünüyorum.

Böyle bir çetele tutulsa, hayıflanılacak konuların en başında herhalde Kürt sorunu gelecektir. Sanırım bu ülkede geçen yıla bakıp,” keşke AKP ilan ettiği demokratik açılımı daha ciddiye alıp, daha hazırlıklı bir biçimde yola koyulsaydı da, en azından bu son yılda kaybettiğimiz onca insan ölmeseydi ve seçimlere kadar uzanan ateşkes döneminde Kürt sorununun çözümü konusunda iki taraflı ve kalıcı adımlar atıldığinı görebilseydik” diyen sayısı az olmayacaktır.

Umarım, 2012’ye girerken de benzer hayıflanmalarla karşılaşmayalım.

Bu nedenle Demokratik Toplum Kongresi’nin Aralık sonlarında ilan ettiği taslak metne bir de buradan bakmak gerekiyor. Onlar bu konuda benzer kaygı ve kuşku taşıyor olmalılar ki, tek taraflı bir adım atarak istemlerini somutlaştırıp taslak halinde önümüze koydular.  İster beğenin, ister beğenmeyin, isterseniz hop oturup hop kalkın; ama diyorlar ki bizim gündemimiz bu, konuşmak istiyorsanız bunları konuşup tartışalım.

 Bu taslak/bildiri kuşkusuz bir meydan okuma, ama emrivaki değil.

Şimdiye kadar yaşanılanları ve yalnız savaş halini değil, yılardır bu sorunun siyaseten temsil edildiğini ve konuşulduğunu düşünürsek, bu bildiri/taslak emrivaki olamaz. Malumun ilanıdır.

Bugüne dek Kürt sorunu tartışılırken kabaca iki taraf ortaya çıktı. Bir tarafta  demokratik açılım, yerinden yönetim, anadilde eğitim gibi daha kabul edilebilir sınırlar içinde ve daha çok “mağdurun dili” ile “haklar söylemini” gündeme alan tartışmalar yer aldı. Öteki tarafta ise, Kürtlerin asıl istediklerinin ayrılık olduğu söylendi ve “öfke ile korkunun” dili konuşuldu.  Şimdi, iki taraftaki tartışmalara da konunun asıl tarafından gelen bir yanıtla nokta kondu. Ne istendiği ilk kez açıklıkla ve temsil niteliği olan bir organ tarafından söylendi.

Artık Kürtleri temsil iddiasındaki bir Kongre tarafından açıklanan siyasal özerklik istemi var ve artık kimlikti, kültürel haklardı tartışmasıyla vakit harcamayıp, asıl bunlar üzerine konuşmamız gerektiği anlaşılmakta. Ayrılık, bölünme diye korkanlar da, artık hem korkunun ecele pek faydasının olmadığını hem de barış içinde birlikte yaşamanın, bölgeler, yönetimler, adlar ve sanlardan daha önemli olduğunu anlamak durumundalar.

Tabii ortaya çıkan bu açıklığın en temel meselesi de burada. Söylenenler karşısında suçtu, yasaktı deyip söyleyen ağızları susturmaya mı devam edeceğiz, yoksa yolun gidişi bellidir, daha fazla kırıma da, kıyıma da gerek yok deyip bunun üzerinden konuşmaya mı başlayacağız?

Ortaya konan taslak/bildiri bir meydan okumadır; ama aynı zamanda bir müzakere metnidir.

Evet, biçimi, dili ve içeriğiyle ortaya koyduğu resim, hodri meydan diyor. Bu meydan okumanın dayandığı bir güç de var. Artık arkasında 25 yıla yakın bir savaşla, ortaya çıkmış az ya da çok toplumsal-siyasal bir irade var. Artık Türkiye’nin uygun gördüğü, vermesi gerektiği hakları değil Kürtler’in kendileri için uygun gördükleri bir projeden söz edilmekte. Bunlar şurada veya burada daha önce konuşulmuş olsalar da şimdi temsili bir organ tarafından açıkça ve bir bütün olarak dile getiriliyorlar. Ortaya çıkan metin, hem iki taraflı ilişkileri kökten dönüştürücü hem o bölgede yeni bir toplumsal-siyasal yapıyı oluşturmak üzere kurucu nitelikte. Sonuç olarak, artık sızlanan bir mağdurun değil, müzakere edilecek bir tarafın ve gücün dili kullanılıyor.

Dolayısıyla bu metin tartışmalar ve savaşlar içinde yaşanan gerçek kaymasına da ışık tutuyor. Bununla, Kürtlerin temel olarak bu bölgede demokratik özerklik istediklerini ve anadilde eğitim gibi kültürel hakların yanısıra kendi kendilerini yönetim anlamında siyasal haklar talep ettiklerini anlıyoruz.  Böylece Kürtlerin taleplerini, artık bölgesel yönetimi, yerinden yönetim anlayışını ve bu yolla demokrasiyi güçlendirmek gibi tüm Türkiye için geçerli olacak bir yönetim ve demokratikleşme projesi içinde düşünemeyiz. Türkiye’de böyle bir değişikliğe gidilir veya gidilmez, bu ayrı  konu; ama Kürtler kendi bölgeleri için öngördükleri projeyi ilan etmiş durumdalar.

Bence tüm bunlar iyi. Öncelikle Kürt sorununda karşılıklı “mış” lardan vazgeçmek ve gerçekle yüz yüze gelmek açısından önemli. İkincisi, hoşumuza gitsin veya gitmesin, ama daha birçok yılı boşa harcamak istiyorsak, nelerin üzerinden konuşmamız/müzakere yapmamız gerektiği de ortaya çıkmakta.

Tabii, söylenecek başka şeyler de var.  DTK’nin Kürtleri ne ölçüde temsil ettiği sorusu gibi, bunca bedel ödenmiş bir konuda böylesi tek taraflı ilanların anlamı da sorgulanabilir. Demokratik özerklik konusunda “meydan okuyucu” bir çıkışla görüşme/müzakere isteminin değil ancak savaşın devamının istendiği düşünülebilir. Ya da demokratik özerklik doğrultusundaki istemlerin kendi iç çelişkilerinden, tepeden inme bir demokratik özerkliğin ne kadar demokratik olacağından, bunun için önerilen önlemlerin gerçekleşme olasılığından filan da kuşku duyulabilir.

Bunlar da doğru.  Ama asıl olan Kürtlerin istemlerinin açıklık kazanması. Şimdi, ya yine silaha sarılacak ve en başta insan canı olarak karşılıklı bedeller ödeyeceğiz, ya da iki taraf olarak en çok istediğimizi değil, ama istediğimize en yakın olanı elde etmek üzere müzakare masasına yanaşacağız. Bunu bilmek ve buna göre konuşmak durumunda olanlar da en başta iki tarafın siyasetçileri.

Bu nedenle 2011 yılına girereken, bu yıl Kürt sorunu açısından konuşma/ müzakere yılı olsun diyelim. Olsun ki, yine bir yıl biterken kaçan, harcanan yıllardan söz etmeyelim;  insana dair, hayata dair acımasızlığımızdan utanmayalım.

Hayatını Seçen Kadın

Bu bir kitap adı[1]; Nermin Abadan Unat’ın küçük yaştan yaptığı seçimlerle kendi hayatını yaratmasını anlatıyor. Zorluklarla başlayan bir hayat var; ama bunu yenmeye hazır güçlü bir kişilikle, küçük yaşlarda edinilmiş birçok değerli birikim de söz konusu. Tüm bunlardan hem bir başarı hikayesi, hem sevgi dolu ilişkiler, hem hayran olunacak bir kişilik yaratmasını bilen bir kadın var karşımızda.

Nermin Hanım’ı kadın sorunlarıyla uğraşmaya başladıktan sonra tanıdım. Hocam olmasını çok isterdim, ama böyle bir şansım olmadı. Ama ortak konularımız nedeniyle, iyi ki, onu tanıma olanağı buldum. Her gördüğümde, hayranlık ve sevecenlik duyduğum bir hoca artık o benim için. Nermin Hoca tanıdıkça, kişiliğini takdir ettiğiniz, bilgi ve birikimine hayran kaldığınız biri olmakla kalmıyor yalnızca; insan olarak da seviyorsunuz onu.  Yaşama sevinci ve direncini gördüğünüzde ayrı, insan ilişkilerindeki özenini gördüğünüzde ayrı hayran oluyorsunuz.

Nermin Hoca bu kitapta kendisini anlatıyor; ama aynı zamanda umudu elden bırakmamanın, kendi hayatına en değerli armağan olarak bakıp ona hakkını vermenin, insanları da, yaptığı işi de sevmenin hikayesini yazıyor.

Ben de, “iyi ki varsın, iyi ki yazdın” Hocam, diyorum.

 

[1] Hayatını Seçen Kadın, N.A. Unat, Söyleşi; Sedef Kabaş, Doğan Yayınları, İst.2010.