Yeni yıl dileği Kutlu olsun Mutlu olsun Biraz da ninnilerden Uyanış olsun


                                Yeni yıl dileği
                                Kutlu olsun
                                Mutlu olsun
                                Biraz da ninnilerden
                                Uyanış olsun  
 Bugün 2010’un son günü ve yeni bir yıl gelirken umutlu olmak, iyi dileklerde bulunmak adettendir; ben de öyle yapıyor ve “yeni yılınız kutlu ve mutlu olsun” diyorum. Güzel bir şeyler yazma niyetinle başlıyorum yazmaya.
Sonra, şöyle bir geriye baktığımda söz edilmesi gereken ne çok sorun olduğunu görüyor ve duraksıyorum.
Bir gün sonra artık 2011 diye tarih atacağız; ama bu toplum için Kürt sorunundan geçim sorununa, doğanın katlinden emekçinin derdine, kayıp insanlardan polisin şiddetine, siyaset çarkından piyasanın çarkına kadar konuşulan, yakınılan onca sorun açısından ne değişecek? Tabii hangi gözlükle bakılıyorsa görülen şey ona göre değişiyor denilebilir; haklı da olabilirler.
Öyleyse, toplum adına “kutlu ve mutlu bir yıl” için için siyasal iktidarın niyet ve vaatlerine bakalım:
Örneğin 2011 bütçesi, kutlu ve mutlu bir yıl için ne kadar umut veriyor?
Resmi olarak 3-4 milyonun işsiz olduğu, istihdamın yarısının enformel sektörde yer aldığı, ücretli çalışanların yarısının asgari ücretle çalıştığı, toplumun yarısının geçim sıkıntısı yaşadığı, Kürtlerin yarısının yoksulluk sınırının altında kaldığı,  kentsel yerleşimlerde nüfusun en az yarısının camisi bol, ama çocuk parkı, yeşil alanı ve spor alanlarının olmadığı varoşlarda yaşadığı bir ülke için bu bütçeye bakıp umutlu olmak için nasıl bir gözlük takmak gerekiyor dersiniz?
Tabii, bütçe gelirinin yetersizliğinden söz ederek konuya dalanlar olabilir. Ama bundan söz edenler, bu ülkenin bir türlü vergi cenneti olmaktan çıkamadığını, çıkmak ne kelime, her yıl yenilenen aflarla bu cennetin bile isteye yaratıldığını da bilirler. Son olarak, dillere destan olmuş  “torba yasa” nın en büyük marifeti de bununla ilgili değil mi?  Konu uzun; üstelik “kutlu ve mutlu” bir yıl diliyoruz, geçelim.
Kutlu ve mutlu olmak için öncelikle barış gerektiğini de biliyoruz; peki barış için umudumuz ne kadar?
26 yıldır süren, 40 bin evladımızı yitirdiğimiz, refaha ulaşmak varken kıt kaynaklarımızı harcadığımız bu savaşı bitirmemiz için Kürt sorununu çözümünde ileri adımlar atılması gerek. Başka yolu yok. Görüşme gündemi de az çok ortaya çıkmış durumda.
Peki, siyaset erbabından sokaktaki vatandaşa, Batı’dakinden Doğu’dakine kadar herkes, “kutlu ve mutlu bir yıl” isterken, Kürt sorununun çözümü konusundan da söz edildiğini görüyor muyuz? Ve, öncelikle siyasetçilerden gelen mesajlar barış adına ne kadar umut vaat ediyor?
Örneğin siyasal iktidar barış için umutlu bir yeni yıl dilerken, söylemlerine “iki dilli” bir ülke olma gerçeğini katmayı göze alabiliyor mı?
Söyledikleri ortada, öyleyse, bütçenin yaraları sarması gibi, barışı beklemeyi de geçiniz.
Tabii ki kutlu ve mutlu olmak için sağlıklı olmak istenmekte.
Peki sağlık nedir? Yalnızca satın alınan bir hizmet mi, yoksa ondan önce sağlıklı çevre ve koşulları mı? Örneğin altın madenleri, taş ocakları, elektrik derken doğanın elden gitmesine aldırılmıyorsa, bir kaç kişinin cebine para girecek diye, hepimize lazım olan hava, su ve topraktan vazgeçiliyorsa sağlık dilemenin bir anlamı olabilir mi?
Orman arazileri imara açılır, turizm gelişsin derken verimli araziler gözden çıkarılır, tüm Karadeniz’de, Loç Vadisi ve Antalya çevresinde dereler HES’lere teslim edilirken, sağlıklı yaşam kalacak mı dersiniz?  Bakın yöre halkları bunun farkında ve bu tür kıyımlara büyük bir karşı koyuş içindeler; eylemlerin biri biterken, öteki başlıyor.
Oysa Başbakan “su akar, köylü bakar” diyor, siyasal iktidar, artık para edecek pek fazla şey kalmadığından, toprağı ve suyu satışa çıkarıyor. Yani “suyun yaşamı” ürettiğini unuturken, yeni yılda neyi kutluyorsunuz? Doğanın ölümünü mü! Geçiniz.
Ve huzur ve güven bekliyoruz; siyasal iktidarların birincil görevi de bu.
İyi de, Tekel’den tersaneye, kot işçilerinden set işçilerine uzanan eylemlerle insanların nasıl olumsuz koşullarda çalıştığını haykırıyorlar.
Cumartesi anneleri kayıp yakınlarını arıyor, 300 haftadır bunu dile getiriyorlar.
Her yandan haksız tutuklanan, tutukluluk süreleri durmadan uzayan, yıllarca süren davalarla tehdit altında yaşayan, yazdıklarından, söylediklerinden dolayı hapiste ömürlerini yitiren insanların sesleri duyuluyor.
Parasız eğitim, özerk üniversite isteyen öğrencileri, polis bir türlü, siyasal iktidar başka türlü “dövüyor.” 
Öğretim kurumlarında, çocuk esirgeme yurtlarında şiddetin bir yanda, çocuk ve genç istismarının öte yanda olduğu biliniyor;
Kürtlere, alevilere, gayri-müslümlere, içki içenlere karşı saldırıların arttığı görülüyor.
Peki bunlarla birlikte huzur ve güvenlik nasıl olacak?
İstanbul Üniversitesi’nde yapıldığı gibi öteki üniversiteleri de ve yalnız bir yıl için değil sürekli olarak polise teslim ederek mi?
Bireysel silahlanmayı kolaylaştıran yasalar çıkarmakla mı?
Sayıları 134 ülkenin askerinden öteye geçerek 170 bine uzanan özel güvenlik elemanlarını arttırarak mı?
“Telekulak” servislerini, yalnız mimlenmişleri değil, herkesi izleyecek biçimde geliştirerek mi?                                
Kısacası, yaşananlara ve siyasal iktidarın yantlarına bakarsak, huzur ve güvenlik beklentimiz için de “geçiniz” demekten başka çıkar yok görünmüyor.
Fazla mı kötümser oldu? Öyleyse boşverin
 Kutlu ve mutlu bir yıl diliyorum.
Not: İstanbul Müftülüğü’ne sorularım var: Torunuma İstanbul’u tanıtmak istiyorum. Geçen  Cumartesi Sultanahmet çevresini gezerken Sultanahmet Cami’sine de girdik. Öğle namazı sonrası. Cami’nin içinde bir tahta perde yer almış; oradan ileriye geçmek KADINLARA yasak. Aldırmayıp içeri girmek ve yan tarafta pencere önünde oturarak camiyi torunuma seyrettirmek ve anlatmak istedim. Hemen yanımda güvenlik görevlileri zuhur etti ve bizi oradan kovdular. İtirazım karşısında derdimi Müftü’ye anlatmam gerektiğini de söylemeyi ihmal etmediler.
Ben de İstanbul Müftüsü’ne soruyorum. 1-Cami’nin yarısından fazlasını Kadınlar neden gezip göremiyorlar; Turistlerse Minberi, Mihrap’ı yakından görme hakları neden yok; Müslümanlarsa niye içerde bir yerde dua edemiyorlar?  2- Cami’nin içinde güvenlik görevlilerinin işi ne? Neyi, kimden koruyorlar? Yıllarca böyle bir uygulama yokken, şimdi bilmediğimiz tehditler mi var?
Cevaplarınızı bekliyorum.