Hemen belirtelim, daha sağlıklı bir milli gelir hesabına ulaşmak için, kapsam güncellemelerine gitmek kaçınılmazdır. Bu da çok doğal,...

Hemen belirtelim, daha sağlıklı bir milli gelir hesabına ulaşmak için, kapsam güncellemelerine gitmek kaçınılmazdır. Bu da çok doğal, çünkü zaman içersinde temel yıl olarak beklenen yıla ait sepetin içinde yer alan nihai mal ve hizmetlere her yıl yenileri ekleniyor. Milli gelirin ölçüm yöntemlerinden biri olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) belli bir zaman içersinde ait olduğu yılda üretilen tüm nihai mal ve hizmetleri kapsaması tanım gereği istenilen bir durumdur. Bunun için temel yılın ileriki bir yıla kaydırılarak güncellenmesi gerekiyor. İşte, geçen hafta açıklamaya çalıştığımız yeni milli gelir serisi bu tür bir arayışın ürünüdür. Ancak bu sefer, alışılmışın (temel yılın değiştirilmesi) dışında ayrıca hesaplama yöntemi ve sistemi de değiştirilmiştir. Bu üç değişikliğin aynı anda gerçekleşmiş olması sonucu, iki milli gelir serisi arasındaki fark beklenilenden fazla çıkmıştır. Üç değişikliğin her birinin sonuca göreli katkısı ayrıntılı bir şekilde açıklanmadığı için milli gelirdeki sıçrama konuya aşina çevrelerce mantık dışı ve abartılı bulunmuştur.

TÜİK tarafından ayrıntılı bir açıklama yapılmadığı sürece, bu kuşku ne yazık ki devam edecektir.
Değineceğimiz ikinci nokta, temel yıl kaydırmanın günümüze kadar getirilememesi nedeniyle güncellemenin eksik bırakılmış olmasıdır. Bilindiği üzere, temel yıl 1987’den 1998’e taşınmıştır. Oysa, daha sağlıklı bir hesaplama için temel yılın 2007’ye getirilmesi gerekirdi. Anlaşılıyor ki, bu yapılmamıştır. Dolayısıyla, yapılan tam bir güncelleme değildir.
Bir diğer nokta, kayıt dışının tümüyle kapsanamamış olmasıdır. Dolayısıyla güncelleme bu açıdan da eksik kalmaktadır. TÜİK Başkanı’nın kayıt dışı ekonomiye ilişkin bir oran verememesi ve “olsa (yani Başkan ortada bir hesap olsa demek istiyor) dükkân sizin. Ama kayıt dışını hesaplamakta zorlanıyoruz” şeklinde hayıflanması düşündürücüdür.

Değinmek istediğimiz son nokta ise, ekonomiden sorumlu üç bakanın bu abartılı yeni milli gelir rakamlarından hareketle “reyting artışı mümkün olacak” şeklinde ifade ettikleri müjdeli haberin iki makroekonomik göstergenin IMF başta olmak üzere finans çevrelerinde yaratacağı olası baş ağrısını göz ardı etmiş olmasıdır. Hatırlanacaktır bu üç bakanımız geçenlerde yaptıkları basın toplantısında iç borç stoku, dış borç stoku, cari açık, dış ticaret açığı, bütçe açığı vb büyüklüklerin yeni milli gelir içindeki paylarından hareketle yeni revizyon sonrasında Türkiye’nin kredi notunun yükselebileceğini ileri sürmüşlerdir. Doğrudur, bu oranlar eskisine göre bir hayli düşmektedir. Ancak burada unutulan önemli bir şey vardır: Yeni seri dikkate alındığında, hem faiz dışı fazlanın (FDF) hem de vergi gelirlerinin milli gelir payında önemli bir düşüş söz konusu olmaktadır. Örneğin bu durumda 2008 için öngörülen yüzde 5.5’luk FDF için hükümet kemerleri daha fazla sıkmak zorunda kalacak ve IMF’e karşı ev ödevini yerine getirmekte zorlanacaktır. Keza benzer şekilde, vergi yükü yüksek diye sermaye yeni yükler (kurumlar vergisini artırma ve bir defalık servet vergisi getirme) getirmekten kaçınan hükümet bu sefer bu kesimlere yüklenmek zorunda kalacaktır. Dolaylı vergilerde ve emeğe yönelik gelir vergisinde zaten azami düzeye ulaşıldığından, başka da bir seçenek kalmayacaktır. Ayrıca, emek cephesi, yeni milli gelirden kaynaklı olağanüstü artış nedeniyle, kendisine yönelik bir refah katkısı sağlanması yönünde talepte bulunacaktır.
Sanırız başta hükümet olmak üzere liberal çevreler, bazı makroekonomik göstergelerde ortaya çıkan bu yüksek performansın sarhoşluğundan olsa gerek, işin bir de bu yönleri olduğunu göremez bir noktaya gelmişlerdir.
Umarız, bu sarhoşluk kısa sürede giderilir ve gerekli önlemler alınır.
*Not: Yazarımızın geçtiğimiz hafta teknik bir nedenden dolayı elimize geç ulaşan yazısını bu hafta yayımlıyoruz.