Kafası berrak, kendinden emin konuşanlardan/yazanlardan kuşku duyarım. Bizim coğrafyamıza özgü bir hastalıktır...

Kafası berrak, kendinden emin konuşanlardan/yazanlardan kuşku duyarım. Bizim coğrafyamıza özgü bir hastalıktır fikirlerine hayran olmak. Bunun iki nedeni olabilir. Kişi; az okuduğu, araştırdığı ve sınırlı bilgisi/birikimi olduğu için, edindiği fikirlere bağnazlıkla sahip çıkar. Ya da imanlıdır. Bu inanç körlük halini almış, olup biteni bırakın görmeyi, varlığını bile reddetme eğilimine taşımıştır kişiyi…
Biliyoruz ki dünya hızla değişiyor. Üstelik bu değişim eğrisi aydınlanmanın, yani pozitivizmin öngördüğü biçimde, ileri doğru olmuyor çoğu zaman. Düşünsel geviş getirme hali dediğim türden; köşelerinden, ekranlardan sığ ve bayağı fikirlerini sunan yazarlar, çoğu zaman yaşamın gerisinde kalıyor. Üstelik zihinleri hep berrak, hiçbir yeni soru edinmiyorlar/sormuyorlar.

BirGÜN MAHALLESİ
Bu mahallede yeniyim. Yani BirGün sokağının çocuklarına, kendi kültürleri, yaşam biçimleri ve değerleri üzerine ahkâm kesecek değilim. Eskiden okur olarak yaptığım eleştirileri bile, bu süreçte dile getirmem. Ayıp sayarım. Evet, her medya kuruluşu bir mahalle halini almıştır, bu ayrı bir tartışma konusudur ama, bunun böyle bilinmesi için altını çizmek istedim. Bu mahallede yazan bir arkadaştan söz açmak zorundayım…
Ahmet Çakmak adlı arkadaş, sürekli Taraf gazetesi okuru olduğundan ve o gazetenin özgürlükçülüğünden, fikri takibinden söz açıyor. Diyeceğim bir şey yok. Ancak sevgili Çakmak, son yazısında Türkan Saylan’a yönelik 12.Dalga’ya dair yazdı. Üstelik benim gibi pek çok insanın içini sızlatan ve adaletin yerini bulmasından öte bir anlam içerdiğini düşündüğümüz bu operasyonla ilgili sert yazdı… Sonuç; tüm Kemalistler gerici, cuntacı yönündeydi. Saylan ve o mahalledeki herkes potansiyel suçluydu Çakmak’a göre. İşte bu toptancılığa itirazım var!
Bir fikri onaylamayabilirsiniz, dahası o düşünsel iklimin kimi takipçilerinin cuntacılık özlemi de olabilir. Üstelik nasıl pek çok İslamcı bu ülkede şeriat düzeni hayali içindeyse, birileri de asker rejimi isteyebilir ve bu suç değildir. Örgütlenip, elinize silah alıp, bu yönde eğilime girerseniz, o zaman bu hayal ve arzu hukukun konusu olur. Neyse… Asıl diyeceğim; Taraf Gazetesi’nin kimi militan yazarları dışında, büyük çoğunluğunun bile Saylan’a yapılan uygulamadan duydukları rahatsızlık ortadayken; Çakmak arkadaşın tutumunu yadırgadım. Fikirlerinde imanlı gibi geldi. Hoşgörüsünü, insan sevgisini askıya almıştı sanki!

PEYGAMBER OCAĞI DEĞİL İŞSİZ KUCAĞI
Son bir haftadır en çok tartışılanlar da askeri mahalle ve sözcüleri oldu. Milliyetçiliğin nasıl azılı bir hal aldığını ve askerin bile çok gerisinde kalan bir düşünce yaşamımız olduğunu acı biçimde gördük. Biz, askerin açıklamalarından kendimizce toplumsal uzlaşıya yönelik bir sonuç çıkarıp, onları yüreklendirmeye; resmi öğretinin değişip, askeri vesayetten tam demokrasiye taşınmak için çabalarken; kimileri “Ne mutlu Türküm diyene” den bir adım geri atmadı. Hal böyle olunca da, üç günlük bahar havası sulandı, Genelkurmay geri adım attı!
Toplumu ve siyaseti kendi gerçeğiyle görmeyip, uydurma bir demokrasi tarifi üzerinden ahkâm kesenler, hem bilime sırtlarını dönerek davranıyor, hem de kaplumbağa adımıyla da olsa ilerlemeye çalışan çoğulcu, demokratik toplum özlemimize zarar veriyorlar. Yazık ki bu ülkede darbeleriyle, modernleşmedeki rolüyle, halk tarafından en güvenilir kurum olmasıyla ve şimdi bir işveren olarak ordu gerçeği var!
Geçen haftanın en önemli haberlerinden biridir kısa dönem yerine, uzun süreli subay olarak askerlik yapmak isteyen üniversiteli gençlerin hali! 1.700 lira maaş büyük paradır bu ülkede. Siz insanınıza iş bulamazsanız, siyasi ortam ve didişme kültürü, paylaşım sorunlarını ciddiye almıyor ve farklı telden çalıyorsa; askerin itibarı da, işveren olarak konumu da güçlenir. Bir Taraf’çı çıkıp; ‘Sen bu durumu onaylıyor, meşrulaştırıyor musun?’ derse, güler geçerim. Ben sana toplumbilimsel bir veriyi sundum, derim! Diyeceğim; askerlik peygamber ocağı olmaktan çıkıp, işsize kucak halini almıştır!

YİNE MİLLİYETÇİ ZIRVALAR
Askerlerin fikir değiştirmesi kolay değildir elbet. Dahası emir-komuta anlayışı delinirse, mesleklerinin büyüsü bozulur. Buna karşın; giderek sıkışan ulus-devlet anlayışına yönelik ‘milliyetçi’ söylemle, bu teknenin daha uzun süre yol alamayacağını kavramış gibi görünüyorlar. Son günlerin popüler konusu Türk-Azeri ilişkilerinde de, bu milliyetçi vurgu öne çıktı.
Kimilerinin dilinden düşmüyor; ‘Biz iki devlet tek milletiz’ tümcesi. Bu yaklaşımın ne uluslararası ilişkilerde karşılığı vardır, ne de yaşamın gerçeğinde. Ermenistan halkı da yoksuldur. Tıpkı bizim ve Azeri halkının olduğu gibi. Soruna dar, sıkışık bir yerden bakarsak aşmamız, çözüm bulmamız güçleşir. Doğru olan nedir peki?
Bazı meseleleri doğasına bırakmak, yaşamın emrettiği biçimde ilerlemesine izin vermek gerekir. Sınırların sonradan oluştuğunu bilirsek ve insanların birbirlerini anlaması için, konuşmaları, paylaşmaları gerektiğine ikna olursak, durum farklı görünür gözümüze! Diyeceğim; ülkelerin dostu ya da düşmanı olmaz, çıkarları olur tezi, yazık ki doğrudur. Bize düşen halkların kucaklaşmasının önünü açmaktır. Ekmeğini bizim toprağımızda kazanan bir Ermeni, bir eli yağda, diğer eli balda olan diaspora Ermenilerinin saldırganlığını dizginleyecek en önemli unsurdur. Geçmiş karın doyurmaz, yaşam akar gider…

İŞSİZİN-PATRONUN DA BAYRAMI
Söz yoksulluktan, açlıktan, paylaşım adaletsizliğinden açılınca 1 Mayıs’a değinmemek olmaz. Görünen o ki, haklı savaşım bir sonuç vermiştir. Artık 1 Mayıs’larda herkes çoluk çocuk, bu anlamlı günün, alın teri gününün tadını çıkarabilecek. İşçi sınıfının tüm dünyada verdiği kavganın bilinciyle olmasa da, en azından gelinen noktadan yararlanarak kutlanacak bu bayram. Anlayacağınız, artık herkes 1 Mayıs’ı dört gözle bekleyecek. Demek ki, bu ilk tatil gününü, doğru ve toplumsal mesajlarla iyi değerlendirmek gerek…
Bu yıl 1 Mayıs farklı toplulukların ortaklıklarını da belgeleyecek. Artık toplumun çok büyük kısmını oluşturan işsizler, beyaz yakalılar, memurlar sokaklarda olacak. İşçiler her zamanki gibi hak arayacak. Ama yılın sürprizi patronlar! Krizden hayli hırpalanmış olan patron sınıfı, haksızlığın, hukuksuzluğun ve küresel rekabet ortamında güçsüz kalmanın acısını, olasıdır ki işçilerle duygudaşlık ederek paylaşacak.
Türk-İş’in yanlış tutumuyla Taksim iddiası hayli zayıfladıysa da, elden geldiğince kutlamalara katılımı sağlamak gerekmekte ve topluma alın terinin gücünü ve önemini net biçimde aktarmak için bu olanak iyi kullanılmalı!

SON SÖZ
Yeni geldiğim mahalleden olumlu iletiler alıyorum. Ancak bu mahalle de kendi içinde kuşkularını, tedirginliğini hâlâ taşıyor. Haksız diyemem. Koca bir haftayı, bir yazıya sığdırmak da kolay değil elbet. Çenemin düşüklüğü bundandır…