Yeni-Osmanlıcılık dediğimiz şey, sadece bir dış politika zihniyetinden ibaret olsaydı, sadece milliyetçi soslu İslamcılığın emperyal heveslerini anlatsaydı ve sadece “Bir zamanlar bizim olan toprakları yeniden alacağız” absürtlüğü olarak karşımıza çıksaydı, bu maceracılıkla ve hamaset edebiyatıyla baş etmemiz çok daha kolay olabilirdi. Oysa öyle değil!

Öyle değil derken şunu anlatmaya çalışıyorum: Yeni-Osmanlıcılık hiçbir zaman bir dış politika başlığından ibaret olmadı, dış politikayla iç politikanın ayrıştırılamaz bir şekilde iç içe geçtiği yeni Türkiye’de, yeni rejim inşasının hegemonyası “Osmanlı severlik” üzerinden, “Osmanlı’ya özlem” üzerinden kuruldu, kitlelerin rızası böyle alındı, alınmaya da devam ediyor. Çünkü hesaplaşmıyormuş gibi yapmadan Cumhuriyetle hesaplaşmanın en kolay yolu bu, çünkü Mustafa Kemal’e tek söz etmeden Cumhuriyeti kuran kadroları hedef tahtasına yerleştirmenin en kolay yolu bu.

Örnek mi? İşte Misak-ı Milli ve Lozan tartışması. Burada aslında tartışmaya açılan ve itibarsızlaştırılmak istenen nedir? Elbette ki Cumhuriyet, 1923 felsefesi ve Mustafa Kemal’dir. Övülen, yüceltilen, göklere çıkartılan nedir peki? Elbette ki Osmanlı, saltanat ve hilafettir. Buna göre Misak-ı Milli Osmanlı, Lozan Cumhuriyet demektir. Misak-ı Milli’yi imzalayanlar vatansever, Lozan’ı imzalayanlar haindir. Saltanat, hanedan ve hilafet yerlidir, millidir; Mustafa Kemal ve Milli Mücadele'yi yürüten kadrolar İngilizci, gayri milli ve bu ülkenin değerlerine, kutsallarına yabancı hainlerdir.

Rejim kendi idealindeki insan tipini, yani sürüleştirilmiş ve lümpenleştirilmiş kitleleri, “Cumhuriyet düşmanlığı ve Osmanlı muhipliği” üzerinden yaratmak istemekte, ihtiyaç duyduğu kitle ruhunu Osmanlı üzerinden, fetih üzerinden, kahramanlık hikâyeleri üzerinden, padişahlar üzerinden kurmaktadır. Bunun içinse güya “resmi tarih”e karşı gibi görünen ama bizzat kendisi “yeni rejimin yeni resmi tarihi” olma özelliğini taşıyan bir tarih anlatısını elindeki muazzam propaganda aygıtı vesilesiyle kitlelerin zihnine nakşetmek istemektedir.

Osmanlı bu tarih anlatısını kitlelerle buluşturmak için biçilmiş muhteşem bir kaftandır: Altı yüz yıl dünyayı yönetebilmişsek bu İslam sayesinde mümkün olmuştur, fethedilen yerler Allah aşkıyla, “İlayı Kelimetullah davası” adına fethedilmiştir, Osmanlı’nın misyonu yeryüzüne adaleti dağıtmaktır, padişahımız efendimiz Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir, Osmanlı İslamiyet ve Türklüğün kutlu birlikteliğinin adıdır vesaire…

Bütünüyle dost-düşman siyasetine indirgenmiş, rejimin sahiplerinin idam edebiyatıyla öldürmeye, kefen edebiyatıyla ölmeye güzelleme yaptıkları, dolayısıyla siyasetin bir ölüm siyasetine dönüştüğü ve ölüme tapınmanın bir iktidar ritüeli halini aldığı günümüz Türkiye’sinde, ölme ve öldürmenin kitleler nezdindeki meşruiyetinin gaza, cihat ve şehitlik söylemi ile sağlanması elbette ki şaşırtıcı değildir ve bunun için Osmanlı övgüsünden, Osmanlı muhipliğinden daha iyi bir silah bulunamaz.

Şeriat demeden şeriat, saltanat demeden saltanat, hilafet demeden hilafet, fetih demeden fetih rüyası… Yeni Türkiye’de Osmanlı bunların hepsinin tek bir sözcükle ifadesi demektir, Osmanlı tek başına bunların hepsini sembolize etmektedir. Osmanlı imam-hatipleştirilen okullardır, şort giydiği için bir kadının tekmelenmesi ve bunun suç olarak görülmemesidir, beş yaşındaki çocuklara zorunlu din dersidir, kız çocuklarının kafasındaki örtüdür, faldır, büyüdür, hurafedir. Bugünün Türkiye’sinde Osmanlı, aklın yıkımı, bilimin reddi, aydınlanmanın inkârı, eşitlik ve özgürlüğe düşmanlığın kod adıdır. Osmanlı bugünkü rejimin olmak istediği ama olamayacağını bildiği ve kötü bir taklidi üzerinden hepimize hayatı zehir ettiği şeyin ta kendisidir.

O halde rejimin hegemonyasının karşısına kendi karşı-hegemonyası ile kendi kuruculuk söylemiyle çıkmak isteyenler için karşıtlığın kurulacağı yer bellidir: Yeni-Osmanlı’ya karşı yeni cumhuriyet! 1923’ü tarihsel bir ilerleme olarak gören, onun kazanımlarını sahiplenen ama aynı zamanda onun sınıfsal karakteri nedeniyle sınırlarının ne olduğunu bilen, yüzü geçmişe değil, geleceğe dönük yeni bir cumhuriyet fikridir ihtiyacımız olan.

Saltanat rüyası görenlere karşı yurttaşlık, hilafet rüyası görenlere karşı laiklik diyen, sömürü düzeni ile dinci gericilik arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak “Birine karşı çıkmadan öbürüne karşı çıkılamaz” diye haykıran, içeride ve dışarıda yoksul halk çocuklarının birbirine kırdırılmasına karşı duran, demos ve kratos, yani halk ve iktidar sözcüklerinin hakkını tam olarak verecek şekilde halkın iktidarından söz eden yeni bir Cumhuriyet fikri.

Yürüyeceksek buradan yürüyeceğiz, aksi takdirde yürümemiz zaten mümkün olmayacak.