Yeni yıla giriyoruz diye bir tevatür dolaşmaya başlayınca insanoğlunun merakı, hevesi, itirazı hepsi birden üstüme çullandı. Biliyorum zor zamanlardan geçiyoruz; zaman dediğimiz “şey” ise dur diyemediğimiz bir “şey” olmaya devam ediyor, biz de ne yapalım, onu salise, saniye, saat, ay, yıl, uzat gitsin bölmeyi, parçalamayı seviyoruz. Kısacası bu yıl denilen “şey” de akıp giden zaman […]

Yeni yıla giriyoruz diye bir tevatür dolaşmaya başlayınca insanoğlunun merakı, hevesi, itirazı hepsi birden üstüme çullandı. Biliyorum zor zamanlardan geçiyoruz; zaman dediğimiz “şey” ise dur diyemediğimiz bir “şey” olmaya devam ediyor, biz de ne yapalım, onu salise, saniye, saat, ay, yıl, uzat gitsin bölmeyi, parçalamayı seviyoruz. Kısacası bu yıl denilen “şey” de akıp giden zaman içinde bizim icadımızdır.

***

Ne diyeceğim, ne demeye çalışıyorum? Lise yıllarında keşfettiğim, keşfimden de çok mutlu olduğum tuhaflık, her şeyin geçip gideceği, bizim pek fazla bir şey yapmamıza gerek olmadığı, şiir yazarak, âşık, mümkünse sarhoş olarak zamanı geçirmemiz gerektiği idi. Yine bana benzeyen bir arkadaşım sık sık aşık olur, ben de onu “gel parka gidelim, döndüğümüzde her şey başka olacak” diye avuturdum. Bir keresinde benim park teorim tuttu; arkadaşımın aşkının karşılıksız olmadığı anlaşıldı.

***

Sonrası? Sonrası yok. Benim “parkta oturma” teorim ben büyüdükçe küçüldü, sonunda uçtu gitti. Ama benim zamana, uzaya, uzay-zamana olan ilgim sürüyor. İşlerin güçlerin, zorlukların parkta oturarak çözülemeyeceğini öğrendim. En küçük bir hak için mücadele etmek gerektiğini, üstelik zaferin garanti olmadığını da öğrendim. “Becket’in dillere pelesenk, ‘yenil, bir daha yenil, daha güzel yenil’ sözleri ‘yenilmemek için elinden geleni yap, yenilirsen de pes etme’ demektir” dediğimde, boş boş bakıyor suratıma benim kimi cengaver arkadaşlarım.

***

Onlara da hak veriyorum, bunca yıl uğraş didin sonunda Metin Akpınar’ı, Müjdat Gezen’i, akademisyenleri yargılasınlar; hak veriyorum çünkü ben kendimi onların klasmanında görmesem de Silivri’yi biliyorum. Peki bunca uğraş, çaba, çekilen mihnet dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsak, parkta oturmak daha iyi değil mi? Değil. Bir kere dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimiz doğru değildir; biriken, mağmalaşan, sonunda gittikçe yükselen duvarı yıkacak olan bir “şey” var. Bu yazının başında zamana da “şey” demiştim. Öyledir ve ikisi aynı “şey”dir. Yani hep geleceğe doğru akarlar.

***

Becket’in sözleri de o “şey” ile yakınan ilgilidir; artık lisedeki gibi teoriler uydurmuyorum; teorileri gözen geçiriyor, okuyor, zamanın hızına uymanın, uzam, uzay içinde geçmişe gitmek mümkün olmasa da gelecek hakkında yazmanın, çizmenin mümkün olduğuna daha çok inanıyorum artık. Ama “işte gene yenildik” diyenlere de gönül rahatlığıyla “yenilmeyeceğiz yeter ki siz sıkılıp parkta sabah akşam çay içmeye alışmayın” diyorum.

***

E, peki parka gitmesinler de ne yapsınlar? Çok değil parçalanmış atomun en küçük parçası kadar kendilerine güvensinler, küçüktür ama her “şey”dir; salisen, boş durmasınlar, roman, hikâye, ille de şiir okusunlar; saniyen, her dize bir hayattır, hayat ise zamanın bir evresinde mavi siyah bir karanlığa yani hiçliğe atlayana kadar korunması gereken değerimizdir. Yıldızların arasında bir yıldız olana kadar o hayatı iyi yaşamak gerekir. İyi yaşamının ölçüsü herkese göre değişebilir, ama ortak ölçütler de var; boyun eğmemek mesela. Bu da ancak Melih Cevdet’in “Rahatı Kaçan Ağaç”ı gibi, aşkı öğrenmekle mümkün olur.

***

Sözü çok uzatmayalım. Zaman önemli bir “şey”dir. Biz onu adlandırır, aydır, yıldır, böleriz, parçalarız. Zamanın ve uzamın, ikisinin bin bir ilişkisinin içinde, bulunduğumuz yerde ve dünyada parkın yeşil çimi üstünde uzanıp yatmak hoş olabilir ama uzatmayın işte; bizi zamanın dışına atar, hayallere dalmaya olup biteni yorumlamakla yetinmeye alıştırır. Ama biliyorsunuz…

“Önemli olan değiştirmektir.”