İzmir’de geçen hafta 7. Uluslararası Mizah Festivali vardı. Festival Koordinatörü Vecdi Sayar’ın bu alandaki yetkinliğini buraya kısa bir not olarak düşüp, etkinlik içinde sadece izleyenlerle sınırlı kalmasına razı olamadığımız anekdotlara geçelim.

Festivaller birbirlerini çok yakından tanıyıp da yan yana gelmeleri kolay olmayan dostları da buluşturur. Mesela İstanbul’u terkedip Foça’ya yerleşen değerli mizah yazarı ve karikatürist Cihan Demirci ile uzun yıllar önce Müjdat Gezen’in öncülüğünde faaliyet gösteren Güldürü Üretim Merkezi’nde (GÜM) birlikte çalışan efsane mizah yazarı Kandemir Konduk aynı panelde bir araya gelebiliyorlardı. Bu kadar da değil. Akbaba Dergisi'ni kurucusu Yusuf Ziya Ortaç ile çalışmış günümüze kadar da “Yaşayan Efsane” olarak gelebilmiş karikatürist Niyazi Yoltaş da o panelin konuşmacılarından biriydi. Silivri Direnişçisi adını fazlasıyla hak eden gazeteci yazar CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay da aynı isimlerle bir arada yer alıyordu. Balbay ile daha önce Altınoluk Festivalinde birlikteydik.

Ne zaman?

2003 yılıydı sanıyorum. Prof. Dr. Ünsal Oskay, Duygu Asena, Celal Başlangıç, Işıl Özgentürk gibi değerli dostlar bir aradaydık. “Yaşama Hakkına Saygı” panelinde doğal olarak insan hakları ihlallerinin öne çıkması beklenir. Diğer konuşmacıların aksine Ünsal Hoca sözlerine şöyle başlamıştı:

-Yaşam hakkına saygı, patlıcan biber kızartıp rakı içebilmekle başlar!..

Ünsal Hoca bu başlığı attıktan sonra altını da kimsenin itiraz edemeyeceği verilerle doldurup büyük bir alkış almıştı. 

Hayat her birimizi başka yerlere savurdu. Duygu Asena 2006’da, Ünsal Oskay 2009’da bizlere veda edip sonsuzluğa gittiler. Celal Başlangıç ise Köln’de Türkiye için “nefes borusu” olan Artı Gerçek gazetesi ve Artı TV televizyonu gibi iki önemli medya kuruluşunu hayata geçirdikten sonra zalim bir hastalığa karşı müthiş bir direniş gösteriyor. Tabii ki eşi Ayşe Yıldırım ile birlikte…

Celal Başlangıç ile Mustafa Balbay Cumhuriyet gazetesinin İzmir bürosundan beri arkadaştılar. Altınoluk’tan sonra birbirlerini göremediler.

Mustafa’nın Silivri zindanlarındaki direniş yöntemi yazmaktı. Mahpusluğu sırasında yazdığı sekiz kitapla zulümhaneden dimdik çıktı!

İzmir’deki panel sırasında herkesi acı acı güldüren gerçek hikâyeler anlattı. Sözlerine başlarken “Biz Silivri duruşmaları sırasında yaptığımız savunmalar yüzünden de ayrıca 22 yıl hapis cezaları aldık” dedi.

Bir gün Avrupalı insan hakları gözlemcileri, politikacılar, gazeteciler, hukukçulardan oluşan geniş bir delegasyon Silivri’ye geliyor. Mustafa Balbay savunma konuşmasına başlarken yabancı konuklara dönerek şöyle diyor:

-Berthold Brecht tiyatrosuna hoş geldiniz!

Davanın savcısı bu girişi hızlıca not alıyor. Hemen yeni bir “hukuki”(!) süreci başlatıyor:

-Sanık Mustafa Balbay mahkeme heyetine BİREH, BİREH demek suretiyle hakaret amaçlı aşağılayıcı ifadeler kullandığı tespit edilmiş olup hakkında gerekli işlemlerin yapılması için… suç duyurusunda bulunuyor.

Bu topu alan diğer mahkemenin savcısı “iyi niyetli” biri, Balbay’a yardımcı olmak da istiyor:

-Mustafa Bey bu bertol bret dediğiniz kişinin yaşadığını ispat eder misiniz?!!

Mustafa acı acı gülüyor. Kendisinde iki kitabı olduğunu söyleyip “iyi niyetli” fakat ağır cahil savcıya takdim ediyor. Bu nedenle o sözleri için yeni dava açmıyor. Özdemir İnce bu insansıların yükselme yıllarında kaleme aldığı “Egemenlik Cehaletin” ve “Cehaletin Rönesansı” adlı kitaplarında erken bir uyarı sistemi oluşturmuştu. Bizim toplum ancak yaşayarak öğrendiğinden fazlaca dikkate alınmadı. Sevgili Mustafa Balbay ile yirmi yıl sonra bir araya gelmemiz aynı duyguları oluşturdu:

-Yıllar geçiyor bunlar kalıyor!