Kederli bir pazar günü yaşar kimileri.

Kederli bir pazar günü yaşar kimileri. Adı ‘Anneler Günü’ olan o tatil günü gelmesin isterler. Ya annesini yitirmiştir bir zaman önce, ya kaç deneme olduğu halde hâlâ bebek sahibi olamadığı için gözü yaşlıdır, ya da hiç annesi olmamıştır, bir anadan olmadır ama onu bilmemiş, tanımamıştır. Çevremize biraz dikkatli bakınca türlü örneğini buluruz hemen. Anneler gününün TÜKETİM ÇAĞI’nın çirkin ezberine dönüştüğünü söylemeyen kalmadı, yineleyelim belleğe iyice kazınsın, ama ötesini de söylemek gerek; düzen ne mutlu anne yaratıyor, ne de mutlu çocuk! Yoksulluk almış yürümüş durumda. Nedense dile getirmek ayıp sayılıyor. Başka büyük meseleler içinde, bu temel açmaz gümbürtüye gidiyor...

Partilerin insanı isyan ettiren iletileri cep telefonları kanalıyla bizi taciz etmeye devam ediyor. ‘Genel başkan şurada konuştu’, ‘bilmem ne bölgesi adayı akşam zart tv de’, ‘kutsal analarımızın ayağını öpmek suretiyle bu mübarek günde onların önünde saygıyla eğiliriz’, ‘az önce keneften çıkarken aklına şahane fikirler gelen sayın başkan bunları uygun bir dille, siz sevgili gerzeklere anlatacak’ türündeki iletilerin zihnimin ırzına geçmeye devam ettiği o pazar sabahı şahane bir söyleşi okudum BirGün’de. Dostum Selami İnce hayırlı bir iş yaparak dünyadaki sahici tartışmaları bize iletiyor. İsviçre Sosyal Demokrat Parti eski milletvekili ve BM İnsan Hakları Konsey Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr Jean Ziegler haykırarak sesleniyor: “Büyük şerefsizlikler çağında insan çenesini tutmamalı.”

Ülkede açlık, yoksulluk, işsizlik, paylaşım sorunu var mı? Var. Aynı sorunlar dünyada da şiddetle kol geziyor mu? Geziyor. Peki aşı olmayan insanın kişiliği, demokrasisi, adaleti, siyaseti, ideolojisi, kimliği, milleti, dini, mezhebi olur mu? Bence olmaz! Bunu bu yalınlıkla söylemekten bizi alıkoyan kim, hangi güç? Bana kalırsa yoksulluktan söz etmemizi engelleyen ile yoksulluğu yaratan aynı ideolojik yapı ve onun kurmayları. Kültürel sorunlar, aidiyet meseleleri, dinsel özgürlük sorunları üzerine elbette düşünmeliyiz. Özgürlüğü her yanıyla istemeli, kavga vermeliyiz. Ama söz konusu yoksulluk olunca niçin utangaç davranıyoruz? Neden sanki demode bir soruna takılı kalmış gibi hissediyoruz? Kral çıplak dememek için niye kırk takla atıyoruz!

“Geçen yılın verilerine göre dünya üretiminin 53.8’ini 500 büyük şirket gerçekleştiriyor.” Yani dünyayı onlar yönetiyor. “Her 5 saniyede bir dünyada bir çocuk ölüyor. Her 4 saniyede bir insan görme yetisini yitiriyor.” Yani insanlar beslenemedikleri için, temel gereksinimlerini karşılayamadıkları için yok oluyorlar. Egemen siyaset, onun pazarlamacısı olan medya tüm bunları bir sos gibi görüyor. Kendi iktidarını güçlendirmek için bunlardan söz ediyor. Edindiği büyük sömürü birikimini, zaman zaman bir tür sadaka gibi üçüncü dünya ülkelerine, geri kalmışlara vererek vicdanlarını rahatlatıyor ve sürekli onlar olmasa daha kötü durumda olunacağının altını çiziyor. Tek çözüm bireyin yarışmacı biçimde kırdırılacağı, koyu neo-liberal iktisadi önlemler! Yoksulluktan söz edebilirsiniz ama liberal iktisadı taçlandıracak biçimde. Piyasayı güçlendirecek bir marka gibi... Söylem tacirliği de diyebiliriz buna!

Peki bu düzeni kutsayıp, her gün paketini değiştirip allayıp, pullayıp önümüze getirenlerle kavga etmeyecek miyiz? Bu çocukların katili kim, diye sormayacak mıyız? Bize dayatılan sınırlı alanda siyaset yapmaya boyun eğip, ucuz pragmatik dengelere eyvallah mı, diyeceğiz? Önümüze konulan nedir? Milliyetçilikle sarmalanmış bir kimlik kavgası, ahiret tacirliğiyle güçlenmiş dini özgürlükler, içinde bulunduğumuz karmaşanın izahını yakın dönem tarih tartışmalarında arama kolaycılığı!

Bu soruların haklı sahibi solculardır elbet! Bu ülkede Kürt sorunu var diyenler ve bedel ödeyenler onlardır. Bu ülkede Aleviler ezilmiş, ötekileşmiş diyen de onlardır. Azınlıklara yapılan ayrımcılığa, onları toplumun dışına iten öğretiye net tavır alan da! Birileri bu özgürlük sorunlarını yeni fark ediyor diye, biz de onların ucuz tartışmalarına, sıradan kavgalarına eklenemeyiz!

Mesele ortada; saldırgan biçimde varlığını sürdüren kapitalizm, bize dayattığı dille yoksulluktan söz etmemizi engelliyor. Yukarda saydığım tüm sorunları içerir bölüşüm sorunu. Eğer dünya kaynaklarının birilerinin patronluğunda olduğunu kabul ederseniz, o güç size, patronluğunu besleyecek etnik kimliği de verir, dini özgürlüğü de! Gerçek bir özgürlük için sahte düşmanla değil, gerçeğiyle dövüşmek gerekir.

Tüm dünya yoksullarının ortak özgürlüğünü/kavgasını veremeyen solculuk olmaz. Sadece bireysel talepleri dillendiren, meseleyi bu noktaya indirgeyen solculuk da olmaz! Toplumun ne anlama geldiğini, kolektif bilinç oluşturmanın, eylem yapmanın ne işe yaradığını unutturmak isteyen düzenle onun istediği dilde tartışmak en büyük yanılgıdır.
 
 

enveraysever@hotmail.com