Pazar günü (13 Mart) Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun İstanbul’da eylemi vardı.

Pazar günü (13 Mart) Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun İstanbul’da eylemi vardı. Galatasaray’da toplanan binlerce gazeteci Taksim’e kadar yürüdüler. Kortejin en önünde 50 metre boyunda bir zincir yer alıyordu. Zincirin üzerine Türkiye’de yayınlanan günlük gazetelerin tamamı asılmıştı. İçlerinde AKP hükümetini destekledikleri için adı “yandaş medya” olarak anılan gazetelerin de olması eylemin evrenselliği bakımından altı çizilmesi gereken bir ayrıntıydı.

Eylem bütün hapisteki gazetecileri kapsıyordu. Ama en çok iki kişinin adı geçiyordu: Ergenekon operasyonu ile tutuklanan Milliyet’ten Nedim Şener ve serbest gazeteci Ahmet Şık!

Belki de bardağı taşıran son damla özelliği nedeniyle bu durum meydana gelmişti. Ama hem Nedim’in hem de Ahmet’in gazetecilik çizgileri konusunda kimsenin en ufak bir kuşkusu bulunmuyordu. Nedim, Milliyet muhabiri olması, Hrant Dink kitapları yüzünden katillerin iki misli ceza istemiyle yargılanması kamuoyunca daha çok tanınan bir isimdi. Ahmet ise seçtiği “hak gazeteciliğinin” doğal(!) bir özelliği olarak haberlerini çalıştığı gazetelerde hakkıyla yer alması bile sorun olan bir muhabirdi. Buna karşın Ahmet asla mesleğine küsmedi, haber yapma şevkini hiç kaybetmedi, büyük bir gazetede çalışsa da çalışmasa da insan hakları ihlalleri haberleri yapmaktan katiyen vazgeçmedi.

Ahmet, imzası için çok emek harcadı. Tutuklandığında görüldü ki, herkesin vicdanında pırıl pırıl bir ismi var. Adı yeter: Ahmet Şık!

Birbirleriyle 180 derece farklı konumlarda bulunanlar Ahmet hakkında tek harf olsun yanlış bir şey yazamadılar. Onun dürüstlüğüne itiraz edecek tek kişi çıkmadı. Meslek adına Ahmet ile iftihar edilmesi işte bu yüzden…

Bunların tümü Nedim için de geçerlidir. Ekonomi sayfalarından başlayan yolsuzluklar, usulsüzlükler, ihaleler, banka boşaltmalar, şirket ele geçirmelerin deşifresi onu devletin içindekilere kadar getirdi. Devlet içinde yer almaları bakımından yasalara birinci derecede uymak zorunda olanların yasa-dışı faaliyetleri Nedim Şener’i Uğur Mumcu’nun arkasından gelen en güçlü damar olarak öne çıkarttı.

Pazar günkü yürüyüşte en fazla onlar için slogan atılması bunlara bağlanabilir. Eylem sırasında bir çok gazeteci de ilk kez isimlerini duyup, fotoğraflarını gördükleri meslektaşlarıyla tanıştılar. Tabii fotoğrafı olanların kendileri yoktu! Çünkü ya içerdeydiler ya da öldürülmüşlerdi! Sosyalist basının başına gelenleri yaygın medyadaki arkadaşları bu sayede görüp öğrenebildiler.

Yürüyüşün simgesi olan “zincirli gazeteler” bizi 60 yıl gerilere götürdü. Türkiye sosyalist hareketinin en büyük isimlerinden biri olan Mehmet Ali Aybar, 1947’de İzmir’de başlayıp1948’de İstanbul’da yayınlamaya devam ettiği haftalık gazetesinin ismi, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun ortaya koyduğu eylemin de simgesiyle aynıydı:

Zincirli Hürriyet! 


‘Eylemde Ahmet Şık’ı gördüm’
Gazeteci eylemi sırasında kortejin fotoğrafını çekenken birbirlerinin üzerine yığılan foto muhabirleri akla öncelikle Ahmet şık’ı getiriyordu.

Filiz Koçali, bu durumu o kadar içinde hissediyordu ki, şöyle deyiverdi:

-Eğer tutuklu olarak içerde olması Ahmet de şurada objektiflerin arasında mutlaka olurdu!

Filiz’i böyle konuşturan şey Ahmet’in Galatasaray Lisesi önündeki yıllarıydı:

-Cumartesi Annelerinin hiçbir eylemini aksatmazdı!

Gerçekten de foto muhabirlerinin çileli çalışma ortamına bakınca koca objektiflerin arkasında bir yerde Ahmet’i görür gibi oluyorduk. Yürüyüşün sonunda Taksim’de bu sefer de Figen Şakacı gördü:

-Aaa şu geçen çocuk Ahmet’e amma da benziyor değil mi?

Hak eylemi ile Ahmet Şık arasında böylesine kopmaz bağlar oluşmuştu.


Yürüyüşten portreler
Gazetecilerin yürüyüşüne çok sayına “ünlü” isim de katıldı. En önlerde yer aldıkları için CHP’li milletvekilleri Mehmet Sevigen ve Çetin Soysal hemen tespit edildiler. CHP Parti Meclisi üyesi eski bakan Ercan Karakaş, sanatçı Arif Sağ, Uğur Dündar, Sedat Ergin, Yılmaz Özdil, Ahmet Hakan, Kanat Atkaya, Tufan Türenç ve Oktay Ekşi dikkati çeken isimlerdi.

BDP Diyarbakır milletvekili ve İnsan Hakları Derneği eski başkanı Akın Birdal daha “görünmez” bir mevkide yürüyordu. Onun birkaç sıra arkasından gelen Oktay Ekşi, 28 Şubat Süreci diye anılan son askeri darbe sırasında Andıç belgesinde suçlanan Akın Birdal için “Alçakları tanıyalım” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Birdal bu maniplasyon  yayınların ardından suikasta uğramış ve ağır yaralanmıştı. Şimdi ikisi aynı amaç doğrultusunda birlikte yürüyorlardı. Akın Birdal’a bu durum hatırlatılıp ne düşündüğü sorulduğunda, dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu, “hiçbir şey düşünmüyorum” dedi:

-Onun da özgürce yazması için yürüyoruz işte!

Gazetecilerin vefalı dostları da yürüyüşte yerlerini almışlardı. Yeni Türkü Grubunun solisti Derya Köroğlu, Bulutsuzlut Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları, Hollandalı gazeteci Wilco van Harpen boynunda siyah bantla kortejdeler…

Taksim’e varıldığında yürüyüşçülerin arasında kaybolmuş bir başka ünlü isim fark edildi: Şevval Sam. Onu görüp şaşkınlıkla “Aaaa Şevval Hanım siz de mi buradaydınız?” diye soran genç bir gazeteci şu yanıtı aldı:

-Başka nerede olabilirim ki?