Geçen yılın 13 Mart’ında bu köşede yayımlanan “Zor ve sancılı bir döneme girerken” adlı yazıya şöyle başlamışız:

“Bir depremle mi sonuçlanacak bilmiyoruz ama yeni Türkiye’nin bütün fay hatlarının harekete geçtiği, birden fazla noktada ciddi bir enerji yoğunlaşmasının yaşandığı ve kırılmalara hazır olmak gerektiği kesin. Önümüzdeki beş on yılı belirleyecek çok ciddi siyasi gelişmeleri, kavgaları, krizleri, hadiseleri yaşayacağımız bir döneme girdiğimiz görülebiliyor.”

Yazıda, Kürt sorununda şiddetin giderek ivme kazandığına işaret edip “HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve legal siyaset alanının kapatılması an meselesi” de demişiz, “içerideki ve dışarıdaki aktörler, en kaba haliyle ‘başkanlıkçılar” ve ‘parlamenter sistemciler’ diyebileceğimiz iki kampa bölünmüş durumda ve nihai hesaplaşma Başkanlık üzerinden yaşanacak” da. “Sanki herkes, yaklaşmakta olan bir şeyi bekliyor, planlarını ona göre yapıyor” cümlesini de kurmuşuz, “Böylesi bir konjonktürde, ‘darbe’ sözcüğü de giderek artan bir şekilde dillendirilip ihtimaller arasına dahil ediliyor” cümlesini de.

Dönüp 2016’ya baktığımızda sahiden de bir deprem yaşadığımızı görebiliyoruz. İşte 15 Temmuz Darbe Girişimi orada duruyor, HDP’li belediye başkanları, vekiller, eş başkanlar cezaevinde, Kürt sorununda bir kez daha sadece şiddet konuşuyor, Türk tipi Başkanlığa ilişkin Anayasa değişikliği tasarısı komisyondan geçmiş durumda ve önümüzdeki günlerde Meclis Genel Kurulu’na getirilecek, önümüzdeki üç ay boyunca bütün gelişmelerin merkezinde Başkanlık yer alacak.

Dünyamız güneşin etrafındaki dönüşünü bir kez daha tamamlarken, 2016 bütün bir yükünü 2017’nin omuzlarına bıraktı. 2017’nin ilk saatlerinde yaşanan Reina Katliamı 2017’de memleket ahvalinin nasıl olacağına dair muazzam bir sembolizm içeriyordu.

Komşu ülkenin rejimini değiştirmek için cihatçı katilleri besleme, teçhizatlandırma, silahlandırma siyaseti bir bumerang misali döndü ve Türkiye’yi vurdu. Kobane’yi kuşattıklarında, Suriye ordusuyla savaştıklarında, Alevileri katlettiklerinde “Bizim çocuklar” kontenjanından sırtları sıvazlananlar yılbaşını kana buladı, onlarca insanı katletti. Reina, bütün bir yılı bombaların, intihar saldırılarının, katliamların gölgesinde geçireceğimizin bir işareti oldu adeta.

Reina Katliamı’nın sembolize ettiği bir şey daha vardı. Tamamıyla anti-Kürt jeopolitik üzerine kurulmuş bir dış politikanın sonuçlarının ne olabileceği bu saldırıyla bir kez daha görülmüş oldu. “IŞİD’le savaşma” bahanesiyle girişilen ama esas meselenin kantonlar olduğunu herkesin bildiği Fırat Kalkanı El-Bab’a dayanınca, kenti elinde tutan IŞİD, savaşı Türkiye topraklarına taşıyacağını gösteren bu katliamı tertipledi. İşte tam da bu nedenle “Kürt sorununun çözümüne dair demokratik ve legal mekanizmalar devrede olsaydı, şiddette değil diyalog ve müzakerede ısrar edilseydi, bunlar yaşanır mıydı?” sorusu son derece meşru bir sorudur ve daha yüksek sesle sorulması, yeni katliamlarla karşılaşılmaması adına mutlak bir zorunluluktur.

Reina başka bir şeyi daha gösterdi: Toplumsal ve siyasal alanı dinselleştirmeye yönelik politikaların meyvesini vermekte olduğunu ve bir süre sonra iktidarın dahi kontrol edemeyeceği bir İslami radikalizm tehlikesinin kapıya dayandığını. Gerek yılbaşı kutlamaları üzerinden sergilenen gövde gösterisi, gerek katliamın küçümsenmeyecek bir toplam tarafından sevinçle karşılanması, gidişatın nereye doğru olduğuna işaret etmesi bakımından ciddi bir önem arz ediyordu.

İktidarın saldırı sonrası açıklamaları ve icraatları ise Batı cephesinde değişen bir şeyin olmadığını gösteriyordu. “Terörü kaynağında kurutacağız” denilerek Suriye bataklığında debelenmeye devam edileceği ortaya konulmuş oldu, katliamı destekleyenlerin değil protesto edenler ve laikliği savunanların gözaltına alınması ile asıl “iç düşman” ve tehdit olarak görülenlerin kimler olduğu bir kez daha netlik kazandı, saldırının yaşam tarzlarıyla ilgisi olmadığı ve meseleyi laiklik üzerinden okuyanların iç savaş kışkırtıcılığı yaptığı söylenerek dinselleşme siyasetinin üzeri bir kez daha örtüldü, Başkanlık meselesinde takvimin işletilmesine devam edildi ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştirilmesi yönünde bir adım daha atılmış oldu.

Velhasıl, 2017’nin 2016’nın devamı olacağını ama mevcut krizin ve kaotik durumun daha da derinleşeceğini söylemek mümkün görünüyor. Darbe, dikta Anayasası, katliamlar, suikastlar, ekonomik kriz, iç savaş vs. hepsinin ihtimal dahilinde, hepsinin gündemde olduğu zor bir yıla girmiş bulunuyoruz. Örgütlenmek, yan yana durmak, çoğalmak, güç haline gelmek, hiç olmadığı kadar hayati bir önem taşıyor artık, çünkü örgütlü kötülüğün akla hayale gelmeyecek işler yapabileceği bir zaman diliminin tam ortasındayız.