Türk dış politikasında son ‘istenmeyen kişi’ (persona non grata) krizi yanlış hatırlamıyorsam Ekim 2017’de çıkmıştı. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afganistan’a tayini çıkmış ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ı şifaen ‘istenmeyen kişi’ ilan etmişti. ABD ile ilişkilere 15 Temmuz kalkışmasının gölgesinin düştüğü bir sırada, Trump iş başına gelmiş, Obama’nın 2014’te atadığı Bass giderayak kendisini ABD misyonunun yerel çalışanı dahil 12 vatandaşının tutukluluğu yüzünden yaşanan ‘vize krizinin’ ortasında bulmuştu. Bass, Ekim 2017’de görevi bırakırken, halefi David Satterfield’in Ankara’ya gelişi Haziran 2019’u buldu. ABD, Trump’ın övgü/yergi açıklamaları ve tehditleri eşliğinde işlerini büyükelçisiz yürüttü.

Trump’ın tehditleri sayesinde ABD, rahip Brunson’ı Türkiye’den uçurdu. Almanya da haksız hukuksuz içeri tıkılan ve çifte vatandaşlığı bulunan meslektaşımız Deniz Yücel’i adeta kurtardı.


Dört yıl sonra Batı’yla bu kez ‘toplu istenmeyen kişi’ krizi çıktı. Kriz; ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda’nın Ankara büyükelçilerinin 18 Ekim’de iş insanı Osman Kavala’nın bir ‘hukuk komedisine’ dönüşen tutukluluğunun başlamasının 4. yıldönümünde ortak bildirisiyle patladı. Bildiride ‘Kavala hakkında verilen beraat kararına rağmen farklı davaların birleştirilmesi ve yeni davalar açılması yoluyla süregiden gecikmelerin, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve Türk yargı sisteminin şeffaflığına gölge düşürdüğü’ belirtilerek, ‘AİHM kararları ve Türkiye’nin iç hukukuyla uyumlu şekilde derhal bırakılması’ çağrısı yapıldı.

AKP’li yetkililerin, Trump’ın ‘Türk ekonomisini mahvederiz’ sözleri kulağımızda çınlarken, ‘yargı bağımsızlığından’ bahsetmesi eşliğinde Türk Dışişleri, bu 10 elçiyi bakanlığa çağırıp ‘uyardı’.

Ancak ‘dipten bir dalga’ sezmiş olsa gerek ki, Erdoğan 21 Ekim’de Afrika dönüşü uçakta işaret fişeğini çaktı. “Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye’ye böyle bir ders vermek haddinize mi?” diyen Erdoğan, iktidara yürürken Soros ile görüşmüşlüğünü unutup Kavala’yı ‘Soros artığı’ diye niteledi.

Buna rağmen uçakta ABD ile S-400 krizinden ötürü verilmeyen F-35’lerin F-16’larla ikamesini olası gördüğü anlaşılıyordu. F-35’ler için verilmiş 1.4 milyar dolar karşılığı F-16 alımı ile mevcutların modernizasyonunu konuşacaklarını belirtip “Mesafe alacağımıza inanıyorum. Roma’da Biden ile konuşacağız” vurgusunu eksik etmedi. O esnada Pentagon şefiyle Brüksel’de NATO toplantısında görüşen Savunma Bakanı Hulusi Akar, Rusya’yı kıskaç planına onay veriyordu. “Türkiye’nin bir yere gittiği yok. 70 yıldan beri NATO’nun şerefli bir üyesiyiz. Sorumluluklarımızın bilincindeyiz” diye de vurguluyordu.

Dolayısıyla Erdoğan’ın uçaktaki ‘Bunları ağırlamak lüks’ vurgusu Biden ile G20’deki görüşmeyi tehlikeye mi soktu, yoksa öncesinde ‘el artırma’ mı amaçlanıyor, bilmiyoruz. Fakat iki gün sonra Erdoğan Eskişehir’den gürledi: “Burası Türkiye, Türkiye! Burada kalkıp da Dışişleri’ne gelip talimat verme gibi bir yola giremezsiniz. Gerekli talimatı Dışişleri Bakanımıza verdim. ‘Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz’ dedim.”

Bu sözlerin ardından Hollanda büyükelçisinin sınır dışı edildiği iddiaları yansıdı. ‘İstenmeyen kişi’ ilanı öyle bir anda sınırdışı ile sonuçlanmaz. Nitekim Dışişleri Bakanlığı yalanladı. Ama durum ciddi. Türk Dışişleri, Erdoğan’ın talimatını yerine getirmeyecek mi? Erdoğan örneğin ‘bir telefon’ karşılığı geri adım mı atacak?

10 büyükelçi, Türkiye’nin yakın müttefikleri. Almanya en büyük ticaret ortağı, Hollanda en büyük yatırımcı. ABD en büyük silah tedarikçisi ve Erdoğan’ın ‘stratejik müttefik’ diye andığı... Ankara elçi göndermeye ‘en zayıf halka’ Yeni Zelanda’dan başlasa, ‘toplu eylemin’ karşılığı değil.

ALAYCI TEPKİLER...

Şu ana kadar işaretler Erdoğan’ın ‘ciddiye alınmadığı’ yolunda. Amerikan medyasında daha 17 Ekim’de Defence One’a makalesinde Türkiye’yi ABD için ‘yetenekli, istekli ve güvenilir NATO müttefiki’ yazmış Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın sınırdışı edilmesi çağrıları yükseliyor.

Avrupa’da Norveç’ten İsveç’e ve Almanya’ya tepkiler ‘elçilerin sınır dışı edilmeyi hak edecek bir şey yapmadığı’ ve ‘ilkeler ve ortak değerlerde hassas olmaya devam edecekleri’ yolunda. Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, “Gözümüz korkmayacak” dedi.

Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger krizi adeta sarakaya almış: “AB üyelerinin ufak bir ortak eylemine ne dersiniz? AB’deki Türk büyükelçilerini istenmeyen adam ilan etmek gibi? Dayanışma sergilemek ve şu mesajı vermek: AB ile uğraşma?”. Neyse ki Ischinger ciddiyeti takınıp çözüm için ‘sessiz diplomasi’ salık vermiş. Sonuç vermezse karşılıklılık ilkesinin uygulanabileceğini belirterek... Daha az yetkili ama samimi tepkiler de var. Kanadalı eski diplomat Chris Alexander “Erdoğan aşağı yukarı kendini istenmeyen kişi ilan ediyor” demiş.

Uluslararası toplum Erdoğan’ın üst perdeden konuşup yelkenleri indirmesine ilk kez tanıklık etmiyor.

MİLLİYETÇİ MOBİLİZASYON?

Sabah başyazarı Mehmet Barlas’ın son yazısında “Bilmemiz gereken, şu anda iç kamuoyunu bu tür gerginlikler tatmin etmiyor. Fiyat ve döviz kurlarındaki artış, sonuçta insanların gelirlerinin azalmasına dayandı. Geniş kitlelerin birinci sorunu bu. Örneğin, faiz indirimlerinin gerçekten neye yaradığı tam anlaşılamadı. Anlatılamadı da. Bu gibi durumlar ortadayken Türkiye’nin bütün dünyayla kavgalı gibi görünmesi pek hoş olmuyor” ifadeleri ‘neyin krizini’ yaşadığımızı gösteriyor.

İktidarın rekora koşan dolar-eriyen TL eşliğinde geniş halk kesimlerini işsizlik, enflasyon ve borç üçgenine sıkıştırdığını, büyük sermayenin de ‘kazan kaldırma’ noktasına geldiğini dünya görüyor. Mevzu Kavala değil, Türkiye’yi yönetenlerin memleketi göbekten bağımlı kıldığı Batı’nın desteği konusunda bir ayağını çukurda hissetmesi.