Üslup çok önemlidir; gerçeği gün ışığında bile saklar, gizlenmek isteneni karanlıkta bırakmanın makbul yöntemidir. Birilerinin üslubunda ansızın bir değişiklik saptarsanız, gerçeği anlamak için daha fazla çaba harcamalısınız. “Muhalefet liderlerinin yeri Silivri’dir” üslubuyla politika yapanların dili ansızın değişti. Birlikten, beraberlikten söz ediliyor artık, ne güzel!

Ama en önemlisi “eleştiri zamanı değil” diyorlar; değil midir?

Ne oldu ki? Gerçekten felaketlerin insanları birleştirici özelliğinden mi söz ediliyor? Biz de, boyun eğelim, boş verelim, çizilen sınırlar içinde yaşamanın “erdemini” keşfedip, konformist mutluluğun kollarına mı bırakalım kendimizi? Korona felaketini, hep birlikte, yaşlı, genç en ön saftaki sağlıkçı, evdeki yaşlı, eleştirisiz, ne denirse eyvallah diyerek yenebileceğimize mi inanalım?

Eleştiri büyük, gerçekçi bir rüyanın peşinde olanların temel yöntemidir. Eleştiri, sistemi en küçük parçalarına kadar “teşrih” masasına yatırmış olan büyük öğretinin olmazsa olmazıdır. Bugün karşılaştığımız felaketin neden bu kadar ağır seyrettiğini, alınan önlemlerin yetersizliğini ya da beceriksizlik gibi görünse de sistemin yapısından kaynaklanan sınıfsal karakterini anlatmak eleştirinin vazgeçemeyeceği iştir.

Ne yazık ki, “eleştiri zamanı değil” sözünün solda, demokrat çevrelerde de alıcısı var. Sanki birden bire hafıza kaybına uğradı kimi arkadaşlar; olup biteni ilginç yöntemlerle sümenaltı eden politikaları görmezden gelerek iktidarı övgüye boğdular. Tabipler Birliği’nin, DİSK’in eleştirilerine kulak tıkayan yönetimi hayranlıkla alkışlayanlardan söz ediyorum. Gerçekleri görmekte zorlanan arkadaşlara hafızalarını tazelemeleri için bir iki not aktarmakta yarar var.

New York City Üniversitesi’nden antropolog David Harvey’den aktaralım: “Bulaşıcı hastalıkların sınıf veya diğer sosyal sınırları, engelleri tanımadığı gibi kullanışlı bir efsane var. (...) Kırk yıllık neoliberalizm, halkı böyle bir sağlık krizine karşı korunmasız ve hazırlıksız bıraktı... “Uygar” dünyanın birçok yerinde diye anlatıyor Harvey, halk sağlığını, güvenliğini zora sokan durumlarda, devlet kurumları, şirketlere, zenginlere vergi indirimleri, sübvansiyonlar sağlamak için uygulanan kemer sıkma politikaları nedeniyle gerekli bütçeleri ayırmadı.

Bizde de öyle olmuyor mu?

Tüm hükümetlerin “hepimiz felaket karşısında birlik olalım, eleştiriyi bırakalım” sözüne de itirazı var David Harvey’in: “COVID-19’un ilerlemesi sınıfsal, cinsiyetçi ve ırkçı bir salgının tüm özelliklerini sergiliyor. Salgını önleme çabaları “hepimiz bu işte birlikteyiz” söyleminde gizlenirken, uygulamalar, özellikle ulusal hükümetler adına, kötü niyetli ilerliyor.” (Koronavirüs ve Anti-Kapitalist Politika. Makale internet sitelerinde bulunabilir)

Tam da Harvey’in söylediği gibi; açıklanan önlem paketleri sermayeyi açıkça kollarken, sistemin doğası gereği halkı unuttu. Gazetecileri tutuklamayı, seçilmiş belediye başkanlarını görevden almayı sürdüren, saydamlığı “bilinmesi gerekenle” sınırlayanların açıkladıkları sınırlayanların açıkladıkları “veriler” açıklanmayan gerçeği örtmekten başka bir işe yaramıyorsa, “felaket karşısında bir olalım” sözlerine inanılabilir mi?

Yakında hapishaneler boşalacak, tahliyeler başlayacak. Korkarız yalnızca gazeteciler, siyasi tutuklu ve hükümlüler kalacak hapishanelerde.

İçerde ya da dışarda kapatıldığımız bu felaket zamanlarında, eleştirinin tarih boyunca kanıtladığı gerçekleri unutmayalım, gerçeğin peşini bırakmayalım... Bırakmayalım ki kararmasın geleceğimiz...