İthaka’ya ulaşmak istersen

Dönmek üzerine, dönenler üzerine ne çok yazı yazılmıştır kim bilir. Çünkü dönmek çok anlamlı, çok işe yarar, geçmişle geleceğin hesaplaştığı çok zengin bir kelimedir. “Bir zamanlar” demeyi çok seviyoruz; aradan çok uzun bir zaman geçmemiş olsa bile, sanki yüzyılı devirmiş gibi konuşuruz. Peki ama şimdi inandıkları, güvendikleri gerçekleri ne çabuk terk etti ne çabuk döndü dostlarımız. İşte dönmenin ilk anlamı budur. Öyleyse buradan başlamalı dönmenin esrarlı hikâyesine. 

Yükselen dalganın usta sörfçüleriymiş meğerse bizim kahramanlarımız. Ama ustaca dönerken muhteremler, dönmenin “erdemini”, “tüm dünyada pek liberal özgürlük rüzgârları eserken geç kalmanın, geride kalmanın büyük bir aymazlık olduğunu” heyecanla anlatıyorlardı. “İşte nihayet gerçekler ortaya çıktı” diye nutuk atmadılar mı; “sosyalizmin bir arıza olduğunu hiçbir zaman bu dalavereye inanmadıklarını, köylülüğün nihayet ortadan silindiğini, işçi sınıfının değişip dönüştüğünü” kitaplar dolusu yazmadılar mı? Döndüler, ne diyelim, pek güzel döndüler, pek iyi döndüler. Kabul edelim ki, bu dönüş giderek sosyolojinin derin katkısıyla, felsefenin vurdumduymazlığıyla sıradanlaştı.  

Ama dönmenin başka anlamları da var. Dönmek üzerine, dönenler üzerine yazılan binlerce yazı içinde belki bir katresi de benim yazdıklarımdır. İşte bulduğum eski bir defterde dönmek başlığı altında yazdığım yazılar böyle çıktı karşıma. Uzaktaydım, memlekete dönmenin ince yollarını içimden geçirerek sıkıntıyla yazmıştım hepsini. Kimi zaman dönenlere hasetle bakarak, kimi zaman her şeyden dönenlere kızarak yazmıştım. Ve iste sonunda “hep peşim sıra gelmiş olan şehre” dönmeyi başardım. “Nereye gitsem peşimden gelmedi mi?” Geldi. Öyleyse ben de ona dönecektim. Sanki ona dönersem kendime de dönecektim. Bir şehre dönmenin, türlü araçlarla, uçakla, trenle, vapurla yapılabilir bir iş olduğunu düşünebilir insan, ama ya kendine dönmek. Kendine dönmenin aracı ya da araçları başkadır, açık denizlerde yol arayan bir vapurla kendine dönemez insan. 

Kendine dön dönebiliyorsan 

Kendine dönmek işte bu yüzden esrarlı bir laftır. Ya da insanın kendiyle ilgili hüsn-ü kuruntusunun ifadesi, sisler içinde bırakmaya baştan karar verdiği saklısının, gizlisinin sığınağıdır. Kendine dürüst olmayı gerektirir, ama insan ne zaman kendine dürüst olabilmiş ki. İşte o yüzden ben de kendimi de işin içine dahil ederek, “insan ey insan” diye seslenmeyi sevdiğim için dönenlerin, kendine ve başkalarına dönenlerin hikâyesini anlatmaya niyetlendim ey okur, ey insan. 

İnsan kendine dönmeli. “Ben kimim, neyim, ne yapıyorum; bunca yıldır yaptıklarımla mutlu muyum, yoksa derin bir pişmanlık içinde miyim?” diye düşünmeli; hiç vakit yitirmeden eksiği gediği düzeltmenin yollarını keşfetmek için, geçip gittiği söylenen zamanlara dönmeli. Tuhaf laftır “pişmanlık”; kolay mı, bir ömrün hesabını görüyorsun. Artılar, eksiler, kırgınlıklar, yanlış öfkeler, hesapsız sevdalar, nasıl yaşamışsan o yaşadığın zamanların sıkıntısı, derdi, gamı, kederi üstüne üstüne gelir. Zamanda geri dönüş yoktur der biliminsanları; tek çare yaşanmışı yanlış hatırlamanın bir yolunu bulmaktır. Pişmanlık hanesi çok dolmuşsa, derin bir hüzün, yürek çarpıntısını artıran bir huzursuzluk duyar insan. Ama belki de kendi geçmişine gururla dönebilir ve “Yeniden yaşasam aynı günleri, aynı işleri yapardım, daha iyi yapardım” diyebilir. O yüzden, kendini sınamak için, zor da olsa riski göze almalı, kendine dönmeli insan. 

Parıltılar içinde başı dönmüş, postmodern dalaverelere neredeyse tümüyle teslim olmuş insan, belkemiğini doğrultmak, yitirdiğini yeniden keşfetmek için kendine dönmeli. Değişimi anlamanın, değişime teslim olmak değil, ona hükmetmek olduğunu kavramadan, kendine dönemeyeceğini bilerek dönmeli. Üretime dönmeli. Sanal dünyalarda üretimin ortadan kalktığı yanılgısından kurtulmak için, dokunduğu her şeyin, yuttuğu her lokmanın, yararlandığı her hizmetin yapay zekâ dahil emek ürünü olduğunu yeniden hatırlamalı. Yaka renkleriyle teoriler uydurmadan, değişen yasam koşullarıyla birlikte artan karanlığa teslim olmamak, üretimsiz tüketim olmayacağını yeniden keşfetmek için üretime dönmeli insan. 

Şiire ve şarkıya dön 

İnsan parçası olduğu, hırçın bir kavgaya tutuştuğu, çoğunlukla varlığını dikkate bile almadığı doğaya dönmeli. Çöpümüz, dumanımız, yakıtımız, topumuz, tüfeğimiz, siyanürümüz, uranyumlu  mermilerimizle canına okuduğumuz doğaya dönmekte büyük yarar vardır. Cinayet yerine dönmekten kendini alamayan bir katil gibi de olsa, doğaya dönmeli insan. 

Unuttuğu şiire ve şarkıya dönmeli. Yüreğindeki sıkıntıyı paylaşmanın, sevinci ötekilere aktarmanın başka yolu olmadığı için, süzülmüş düşünceleri ifade etmenin, insana ait olan her şeyi anlamanın yoluna dönmeli. Düşünsel yoksulluğu reddetmenin başka çaresi yoktur çünkü; tam da bu nedenle, paraya, borsaya, tahvile değil kendine, hayata dönmeli insan. Yasamak için para bulmakta zorlananlar, başka bir yoksulluğun içine düşmemişlerse eğer, daha kolay dönebilirler; ama hüzünle hatırlayalım ki, özünde şiir ve şarkı yoksa bir vakit kendine dönemez insan. 

Kavgaya dönmeli. Haksızlıklarla kavga etmekten vazgeçen kendine dönemez. Ayaklar uyuşmuş, kollarında derman kalmamış, yüreğindeki ateş küllenmiş bile olsa, harekete geçmek için kül içindeki o kor yeter. Kora dönmeli öyleyse insan. İyidir dönmek, insan kendine dönüyorsa. Yine de unutmamalı; parlak giysilerin içinde, yaldızlanmış köhne düşünceleri ceplere tıkıştırarak da dönülebiliyor. Dönülebiliyor, ama kendine değil. Oysa insan doğaya, doğanın bir parçası olarak kendine, geçmişteki ve gelecekteki anlamına, kavgaya, boyun eğmemeye, isyana dönmeli dönebiliyorsa. 

Hiç unutma İthaka’yı 

Ve eninde sonunda kendi şehrine dönmeli. “Nereye gitse peşi sıra gelen”, usulca kendini yenileyen ve hep aynı kalmayı bir şekilde başaran kendi şehrine dönmeli insan. Başka bir yere, başka bir şehre değil! Ama insan düşünmeden edemiyor ya şehir o şehir değilse, ya ihanet etmişse kendine ve sana, Kavafis sonunda döneceği şehri ve o şehre giden uzun yolu ne güzel anlatıyordu. Şöyle seslendi Cevat Çapan’nın Türkçeye çevirdiği o ünlü İthaka şiirinde:  

“İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman / dile ki uzun sürsün yolculuğun / serüven dolu bilgi dolu olsun / ne Lestrigonlardan kork / ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon’dan / bunların hiç biri çıkmaz karşına / düşlerin yüceyse gövdeni ve ruhunu / ince bir heyecan sarmışsa eğer / ne Legistronlara rastlarsın / ne Kikloplara ne azgın Poseidon’a” Koşulu sensin der gibi konuşur sonra: “Onları sen kendi ruhunda taşımadıkça / kendi ruhun onları dikmedikçe karşına” Ve der ki sonra Kavafis, “Hiç aklından çıkarma İthaka’yı / oraya varmak senin başlıca yazgın / ama yolculuğu da tez bitirmeye kalkma sakın / varsın yıllarca sürsün daha iyi” “Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka / o olmasa yola hiç çıkmayacaktın” Ve der ki bitirirken şiirini: “Artık elbette biliyorsundur / ne anlama geldiğini İthakaların”  

*** 

Ne güzel bir kelimedir dönmek. Bana kalırsa ve bana sorarsanız şairin dönüp geldiği şehir, o yoksul kent bizim de İthakamızdır. Oraya dönecektik biz, yol oraya çıkıyordu. O uzun yolda, uzun bir yolculuktan sonra elbette biz de ulaşacak, dönecektik İthaka’ya. Bizim Pir Sultan’ımız: “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” dememiş miydi? Dönenler yarı yolda yoldan dönmüşse biz ne yapalım? Onların izinden gidip yarıda mı bırakalım bunca emek verdiğimiz yolu.  

Biz de artık yola düşmeyelim mi, zamanı gelmedi mi İthaka’ya dönmenin…