Her fırsatta 3 genel seçim, 3 yerel seçim ve 2 referandumdan galip çıktığını hatırlatan bir siyasi hareket iktidarda

Her fırsatta 3 genel seçim, 3 yerel seçim ve 2 referandumdan galip çıktığını hatırlatan bir siyasi hareket iktidarda. Bu sözde kendi başına bir terslik de yok, son yerel seçimdeki trafo hadisesini akılda tutmak kaydıyla, gerçekten de AKP kurulduğundan beri katıldığı tüm seçimlerde başarılı sonuçlar aldı. Yalnız ilgi çekici bir detay var. Bu ülkenin başbakanı, eğer bendenizin ve Google’ın ıskaladığı bir şey yoksa, 2002 yılının Ekim ayından beri siyasi rakipleriyle televizyonda karşı karşıya gelmedi.

2007 yılında bu konuda bir soru da sorulmuş başbakana. “Prensip olarak bu seçim kampanyalarında sayın Baykal’la herhangi bir açıkoturuma çıkmaya gerek bulmuyorum. İlkelerimiz birbiriyle özellikle oturum adabı noktasında uyuşmuyor” demiş.

Seçmenin liderleri birbirleriyle canlı canlı tartışırken görmesi, aslında uzunca bir süredir demokratik rejimlerde yokluğu düşünülemeyecek bir gelenek. Hollande-Sarkozy, Merkel-Steinbrück, Obama-Romney gibi güncel örnekler ortada. 2002’den önceki epeski Türkiye’de de, sonuncusuna Erdoğan’la Baykal’ın katıldığı “açıkoturum”lar bir gelenekti. 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki ilk seçimden önce bile, Özal-Calp-Sunalp TRT’de tartışmışlardı.

Kararsız seçmenlerin kararlarını etkilemesi ve gündem yaratan anlara sahne olması bir yana, insanların alışkanlıklarını gözden geçirip başka bir partiye şans vermelerine de vesile olabilen bu yayınların, eğer 2002’den bu yana devam etselerdi, bütün bu seçimlerin sonucunu tamamen değiştireceğini iddia etmek saçma olur. Ama hiç etkilemez miydi, hiç etkilemeyecektiyse neden bu gelenek 12 yıl önce bıçak gibi kesildi, bunlar da meşru sorular.

Şimdi bir Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, hem de tarihi önemde olduğu bütün kesimlerce kabul edilen bir seçimden önce, yine adayları yan yana televizyonda görmek mümkün olmayacağa benziyor. Adaylardan ikisi bu konuda istekli, ama bir tanesi bırakın rakiplerini, gerçek bir gazeteciden gerçek bir soru duyalı (Gezi sonrası bunu deneyip ağzının payını alan Reuters muhabirini bir yana koyarsak) 3 yıl oluyor. Ruşen Çakır, Metin Lokumcu’yu sormuştu.

Öyle ya da böyle, gazeteci ya da vatandaş olarak direkt kendilerine soru soramayacağımıza göre, biz de buradan atıp tutalım şimdilik:

Acaba televizyondan yayınlanan açık oturum geleneği 2002’de sekteye uğramış olmasaydı, mesela son yerel seçimden önce düzenlenecek ve doğal olarak 17-25 Aralık’ın, Gezi’nin de konuşulacağı bir canlı yayın oy dağılımını hiç etkilemez miydi?

Acaba en azından birkaç yılda bir muhalif liderlerle devletin kanalında karşılıklı sohbet etmesi gerekeceğini bilen bir başbakan aynen böyle bir gereklilik yokken davrandığı gibi mi davranırdı?

Acaba ileride bu dönemde yaşanan güç yoğunlaşması incelendiğinde, ülkenin en güçlü kişisinin yıllarca tüm seçmenlerin şahit olduğu doğrudan bir politik meydan okumaya maruz kalmamasının etkilerini daha iyi anlayabilecek miyiz?

Ve son olarak, eğer medyası, havuzu, akademisyeni, borazanı ile “yeni Türkiye” önümüzdeki seçimi hem de ilk turdan kazanacağına o kadar eminse, neden “kardeşlerini” “bunlar”ın canlı yayında berhava olmasını izleme zevkinden mahrum bıraksın ki?

Kimse kusura bakmasın, açık oturum “olsa da olur, olmasa da olur” denecek bir şey değil. Değildi.