Mancini ve bazı kaygılar
Galatasaray’ın teknik direktörünün söy-lediklerini tam çevirmeyen bir tercümanı var. Son vukuatını ben şahsen duymadım ama, anlaşılan, taraftarın duymak istemediklerine uygulanan bir sansür ya da otosansür söz konusu. Yaygın rivayete ve görgü tanıklarına göre Mancini diyor “%80 Chelsea şanslı”, çeviri veriyor mavi ekran. Hoca diyor “1 puanı koparsak iyiydi”, tercüman diyor “3 puanı alsak iyiydi”. “Senin kulaklarınla duyduğun ne falso var” derseniz, koskoca Roberto Mancini’nin ligin “uzun bir maraton” olduğunu söylediği “tercüme” edildi, bunu duydum.
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk skandalıyla ve çok partili dönemin en büyük yönetim skandallarından biriyle karşı karşıyayız. Yani hem yolsuzluk hem çete var ve iki kuvvet kavgaya tutuşmasa bunları ruhumuzun duymaması için tasarlanmış da dev bir medya ninnisi var. Hal böyleyken, çok kritik 3 seçim öncesi sıkça dile getirilen bazı kaygıların biraz yersiz olduğunu düşünüyorum. Ve bu kaygılar bizi pekala iyi bildiğimiz iki dil arasında çeviri yapamayacak hale getirmesin, diyorum. Çünkü akıl, vicdanla konuşabilir.
Meşhur bir kaygı: AKP seçmeni ortaya dökülenlerden etkilenmiyor. Oysa etkileniyor ya da etkilenecek. Elbette milyonlarca kişi yıllardır sevip saydığı bir lideri hemen silmeyecek, ama çok kısa vadeli düşündüğümüz için göremediğimiz şeyler var. Bir defa parti içindeki nisbeten etkili “ağabeylerin” olup biteni görmemelerine imkân yok, desteklerinin sonsuz olmasına da. Ayrıca bazı zamanlarda anketler öngörüden çok rıza üretimi için kullanılır. Obama seçilmeden birkaç ay önce hiç “şansı yoktu”. O yüzden temkinli olmakta fayda var.
Bir kaygı da, “iyi saatte olsunlar”ın bu kavgadan güçlenerek çıkması ihtimali. Mevcut durum zaten kavgadaki iki tarafın da zayıfladığını gösterse de, şunu akılda tutarak bu kaygıyı geride bırakabiliriz: Yolsuzluk iddiaları kadar ciddi bir çeteleşme iddiası vardır ve emniyetle yargı üzerinden son yıllarda kurgulanan hukuk cinayetlerinin üzerine mağdurların kim olduğuna değil gerçekten ne yaptıklarına bakarak ciddiyetle gidilmelidir.
Başka bir kaygı: Olay kültür savaşına kayarsa “onlara” yarar. Yani, bir, siyasi mücadele bir kültür savaşına kaymamalı, iki, kayarsa onlar kazanır. Ben de bu cümlelere temelde karşı çıkmamakla beraber, bu kadar da ürkek olmamak gerek diye düşünüyorum. Çünkü bu, AKP seçmeninin iradesine haksızlık olur. Eğer karşımızda bir iç savaş çıkarmak için toplumun bütün fay hatlarına dinamit döşemeyi göze almış bir tiran varsa, kabul, dikkatli olmak gerek. Ama direnişin dünyaya örnek barışçılığı ve ortak aklı sayesinde iç savaş filan çıkmadığı gibi evde “zor tutulan” bir %50 deçıkmadı işte. Dolayısıyla, başka şeylerin yanı sıra, yaşam tarzına yönelik tahakküme direnmek meşrudur.
Ayrıca “kültür savaşı” üzerinden seçmenin ne kadarı “konsolide” olacak sizce? Anadolu’nun yarısı ODTÜ’lülerin terörist olduğunu mu düşünecek? Üç çocuk yapmayanın kâfir olduğunu mu? Çocuğu olmayanların eksik olduğunu mu? İçki içenlerin ayyaş olduğunu mu düşünüyor bütün AKP seçmeni? Başbakan’ın her konuda haklı olduğunu mu? Soruları çoğaltabilirsiniz, ama hepsine birden olumlu cevap veremiyorsak şunu hatırlamamız lazım: Bir şekilde, herkes her şeyi görüyor ve herkes etkileniyor. Çünkü, iktidar partisine gönül verenlerin hâlâ en azından seçmenlerin en az üçte birine karşılık geldiğini düşünürsek, bu devirde on milyonlarca seçmenin üçte biri diğer üçte ikisinden etkilenmeden yaşayamaz. Etki hemen ortaya çıkmayabilir, ama pekala bir süre sonra hem de bir anda ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın.
Ve daha önce bir yazıda ele almaya çalıştığım “alternatifsizlik” kaygısı. Doğru, mevcut siyasi partilerin hiçbiri Gezi’de açığa çıkan enerjiyi, kapsayıcılığı, mizahı temsil etmenin yakınında bile değil. Ama insaf, daha bir yılı doldurmamış bir direniş, olağanüstü etkileriyle dünya tarihine kazınmış o direniş, tam da onu böyle yapan sebepler dolayısıyla reel politikaya kolayca tercüme edilemezdi zaten. Dolayısıyla ortada heba olan bir enerji, ya da “gördün mü işte ne değişti” gibi bir durum asla yok. Siyasete ya da muhalefete toptan bir güçsüzlük atfeden (ve bu yanıyla iktidar yanlısı bir tutum ifade eden) “onlarla bunların ne farkı var” sorusu bunca rezaletin ortasında hâlâ sorulsa da, anlamı giderek bulanıklaşıyor. Alternatifsiz denilenlerin neler yaptığı teker teker tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarken, hayır efendim, hiç kimse alternatifsiz değil.
Mancini’nin tercümanı eskiden de Rijkaard’ın tercümanıydı. Bir kaynağın aktardığına göre, Rijkaard idmanda oyunculara “closer, closer” diye bağırırken, tercüman bunu “kapanın, kapanın” diye çeviriyormuş. Yanlış çevirinin bedeli ortada. Oysa hocaların ikisi de haklı: Bazen 1 puan da iyidir ve evet, daha yakın oynamamız şart!