Hayır, korona aşısından söz etmeyeceğim. Türkçemizde ‘aşı’, bazı hastalıklara karşı bağışıklık kazanalım diye vücudumuza enjekte edilenden çok daha fazlasını ifade ediyor.

Medyadaki haberlerin aşı karşıtlığı üzerindeki etkileri araştırması için, 7 gazeteyi taramış ve içinde ‘aşı’ geçen tam 9 bin 593 yazı bulmuştuk. Ağımıza ‘soğuk ayran aşı’ gibi yemekler de takılmıştı, tarımsal aşılar da... Onları ayırınca incelenecek 697 haber kaldı bize.

Bizim mahalledeki Mehmet ustanın yaptığı aşılar da bir iki seneye 100’leri bulur. Mehmet usta, elinden çok iş gelen biri, ustalığı su tesisatçılığından. Etrafta gördüğü her yabani ağaca uygun bir başka ağaçtan aşı yapıyor.

Kaldırımlardaki ıhlamur ağaçlarını aşılarken görünce, beni de bir merak sardı, bir yandan onu izleyip bir yandan da dinleyerek kalem aşısını öğrendim, bahçedeki vişneye kiraz aşıladım. Her sabah ilk işim ağacı kontrol etmekti, aşı tuttu mu diye!

Sağ olsun, mahallede bu aşı merakımı köylülük diye makaraya saran bir arkadaş da var… Ama olsun, ben aşıya taktım.

Aşı işi biraz da ileriye dönük plan işidir. Aşı yaparken ne neye uygundur, bugün aşılarsam ne zaman meyve alırım’, bunları düşünür geleceğe yatırım yaparsınız.

“Bize plan değil pilav lazım!” sloganını eskiler hatırlar. 30 Eylül 1960’ta kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) karşı yürütülen propagandanın sloganıydı. Liberalizmin, kapitalizmin eski bir şahikasıdır. Geleceği boş ver, şimdi yiyelim içelim!

Yiyelim içelim de, ne yiyeceğiz?

Kış sonuna doğru ektiğim marulları, ıspanağı şimdi konu komşu birlikte yiyoruz. Tamam, bunun lafını etmeye değmez belki, ama Sovyetler’in dağılmasından sonra petrol alamayan, endüstriyel tarım yapamayan, ABD ambargosunun açlığa mahkum ettiği Küba’nın kent tarımına yönelişini, 20 yılı aşkın bir süredir de yiyeceğini ekolojik yöntemlerle kent bahçelerinden sağladığını düşünün. Bunu örnek almayacak mıyız?

Yaşadığımız kriz, küresel kapitalizmin ve plan yerine pilav öneren liberal devletlerin çaresizliğini, coronavirüse karşı bir nebze başarı için kamuculuğa sarılmak zorunda kalan zavallılıklarını da gösterdi.

Dünyanın her yerinde virüs karşısında çuvallayan sistemlere adeta kamuculuk aşısı yapılıyor. Bilgisayarında paraya takla attırarak lüküs hayatlar süren takım elbiselilerin, tepeden baktıkları bir hemşire, bir fırıncı, bir patates üreticisi, bir motosikletli kurye kadar kıymeti olmadığını anladık.

Artık bizi düze çıkaracak olanın hoyrat tüketim ekonomileri değil ihtiyaçları hesaplayan ve ona göre planlanmış ekonomiler olduğunu kavrıyoruz.

Bu da kriz günlerinin egemen düşünce sistemlerimize aşıladığı bir şey olsun.

Son haftalarda, evde kalırken ya da zorunlu olarak dışarı çıkarken, pek çok harcamadan vaz geçtik ama yiyip içmeden olmuyor.

Yarın ne yiyeceğiz’in cevabının ve planlanmasının artık keyfe keder bir konu olmadığı görüldü. Üniversitelerimizin tohumculuğumuza ve tarıma katkısını neredeyse sıfırlamanın, ziraat mühendisliğini gözden ve üretimden düşürmenin acısını çekiyoruz.

Bu kriz koşullarında muhalif belediyelerin tarıma yaptığı aşı tuttuğunda, ‘yarın ne yiyeceğiz’ sorusuna ileride paniklemeden yanıt verebileceğiz. Ankara Belediyesi’nin ‘sözleşmeli çiftçilik modeli’, son 10 yılda ülke genelinde tarımsal üretim yüzde 2.1 oranında büyürken İzmir Belediyesi’nin bu oranın yüzde 5.5’e çıkaran çalışmaları da kent yönetimine yapılmış tarım aşıları oluyor.

Geleceği planlama, ihtiyaca göre üretme, paylaşma ve dayanışma… Kriz günleri, insanlığın kirletilmiş bilincine bu fikirleri aşılamak için de fırsat sunuyor. Hem bu aşı, hem de aşının tutması için çabalamak da sola düşüyor.