1. Yirmili yaşlarının başındasın belki. Belki de Gezi’ye hep beraber hazırlıksız yakalanmamızdan önce hiç aşık olmamıştın. Adını koyamadığımız o benzersiz duyguların hepsini dorukta yaşadıysan, belki bu yüzden.

Ne geçtiğimiz on yıla cevap verdin sadece, ne de geçtiğimiz doksan yıla. Önünde uzanan yüzyılı ta Brezilyalara kadar ilham veren bir zarafetle tarif ettin. Kondüktörü delirdiği için tam gaz felakete doğru yol alan bir hızlı trenin imdat frenine bastın sen, yolculara gerçekten ümit verdin. Aslında bir yerlerde var olduğunu bildiğin ama asla dünya gözüyle görebileceğine inanmadığın bir şeyi deneyimledin. Zamanı yavaşlattın, büyü yaptın, her şeyi kaybetmeyi göze aldığın da oldu; çünkü aşık oldun. Hepimiz Gezi’de birbirimize aşık olduk.

Aradan aylar geçti, ve sanki her şey normale dönüyormuş gibi hissediyorsun bazen. Benzersiz bir coşku yaşamıştın, rüya gibiydi, herkes bir aradaydı, her yer direniş ve her yer evindi, ama hepsi geçip gitti mi acaba?

Eğer bu soru aklını kurcalıyorsa, sana “hayır” diyebilmek için yazıyorum bu yazıyı. Hayır, hiçbir şey Gezi’den önceki gibi olmayacak. Evet, yine bir derbi yüzünden taraftarlar birbirlerine kızgın, ve evet, O yine durmadan konuşuyor, yine öyle, yine böyle, haklısın, ama cevabım değişmiyor: unutmaman gereken bir şeyler var çünkü. Sen unutsan bile toprak, su, hava, İstanbul, Türkiye, dünya unutmayacak.

2. Gerçekten aşık olduğun zaman, zihninin bazı kalıpları darmadağın olur. Yemeden içmeden kesilebilirsin, kilo verebilir, gevezeleşip aptallaşabilirsin. Başka şeyler de olur. Kiminin ellerindeki şifa hayat bulur, kimi geleceği görür biraz biraz. Kısacası, insanın ve zihninin sana okulda öğretildiği kadar sınırlı olmadığınıfark edersin, eğer aşık olduysan.

Sonra bunun sürmesini istersin. Hatta o kadar mutlusundur ki, mutluluktan ölmek istersin. Kalbine başka duygu girmesin istersin. Rüyanda onu görüp uyandığında ona kavuşmanın gördüğün rüyadan daha güzel olduğunu fark eder, yerli yersiz dökülebilecek kocaman bir gözyaşına dönüşürsün. Ya da aptal bir sırıtış olursun. Yapabileceklerinin, iradenin, ifadenin gerçek sınırlarını anlarsın.

Aradan – mesela – altı ay geçtikten sonra, biraz mevsim normallerine dönebilir hayat. Ama aslında dönmez. Çünkü o bulduğun seninledir, o bulduğun sensindir, orada sen-ben yoktur. O yüzden tıpkı onu sahiplenmek gibi, onun hep aynı kalmasını istemek de eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü klişe olduğu kadar doğrudur: hayat devam eder ve her şey değişir. Bu yüzden, aşkı deneyimlemiş birinin düşebileceği en büyük iki tuzak zamanı durdurmaya çalışmak ve onun aşktan önce aktığı gibi akmasına müsaade etmektir.

3. Şimdi sen, hakikatle fantezinin dışında ve bunlardan hem daha hakiki hem de daha fantastik bir yerdesin. Herkesi, hatta senden ölümüne nefret edenleri bile bir şekilde sevmeye çalışmak gerektiğini biliyorsun. Yalnız olmadığını biliyorsun. Arzuya ve tutkuya gem vurulamayacağını biliyorsun. Her şeyin illa hep kötüye gitmediğini gördün. İyileştirici gücünün farkındasın.

Erkeksen, sesin daha az çıkınca her şeyin daha güzel olduğunu görmüş olmalısın. Kadınsan, senin özgür olmandan mutlu olan, bunu kendi varlığına karşı bir tehdit gibi yaşamayan milyonlarca genç adamla aynı havayı soluduğunu.. Sen bir LGBT bireysen, bu topraklarda daha önce benzerine rastlanmayan gerçek bir saygı ve sevgiyle sarmalandığını hissettin sanırım. Ve sen, her kim olursan ol, fikirlerini sevmediğin herkese şeriatçı ya da darbeci demenin matah bir şey olmadığını da artık biliyorsun.

O yüzden, karamsar öngörülere kulak verme. Sıkıcı reel-politik tartışmalara fazlaca takılıp güzel şarkılardan, filmlerden mahrum bırakma kendini. Gündelik hayatı ışık hızıyla dönüştürdüğünü ve bunu yaptığında kırk kütüphane yutmuş ağır solcu abilerle yaşayamadıkları her şeyin acısını senden çıkarmaya kalkan ağır sağcı abileri bile öyle ya da böyle etkilediğini unutma.

Bağzı şeyleri hiç unutma.