Savaşın analizini dil problemli Milli Güvenlik dersi hocasına benzer birkaç askerden dinliyoruz. Bu iş profesyonelleşmeden önce Ertürk Yöndem adında sivil bir TRT muhabiri tarafından yapılırdı. Mimiksiz duruşu, renksiz ses tonuyla karargâhta hazırlanmış metni okumasına tahammülünüz yoksa haftanın belli bir gününde belli bir saatte yayımlanan adı Perde Arkası olan programı izlemek zorunda değildiniz. Ama özellikle Gabar, Tendürek, Cudi, Kato dağlarına helikopterle havadan çıkarma görüntüleri ilgi çeker çok izlenirdi.

Şimdiki savaş sunucuları haftada bir değil, günün 24 saati her kanalda karşınızdalar; kulağınızı tırmalayan sesleriyle sizi savaşın içine çekmeye çalışıyorlar. Emekli subaylara sözüm yok; onlar, askeri okula girerken bitirme yemini ettikleri “terör”ün kendilerini bitirerek emekli ettiğinin bilincine ermiş yorgun bir sesle katılıyorlar savaş sahnesine. Ortam müsait olsa “Kürt Açılımı” döneminde olduğu gibi bu işin askeri çözümü olmadığını söyleyecekler.

Okyanusa atsan yönünü şaşırmadan yürüyüp gelecekmiş gibi kahraman görünümlü iki “terör uzmanı” dikkatimi çekiyor. Geçmiş deneyimleri yorumlayıp yararlanacak bilinç noksanlığı, belki de iktidara hakikat icat etme görevi yaşamadan öğrenemeyecekleri izlenimi veriyor insana. Askeri yöntemin çözüm olmadığı noktasına gelmelerine daha çok zaman var. Soyadı Ağar olan, daha erken kavrayacak gibi gözüküyor; üçüncü günü devirdikten sonra anlattığı savaş oyununa birazcık sosyoloji ekleme ihtiyacı duyuyor. Türkiye ile İran, Sünni ve Şii grupların uzlaşmasına zemin hazırlarsa operasyondan sonra Suriye istikrara kavuşurmuş!

Salah ile gönderilen füzeden, aynı kitaptan ayetle korunmaya çalışan “din kardeşleri” arasındaki çatışmayı durduramamış ne din ne de dinci çözümün adresi olamaz. Çünkü olup biteni anlama kapasitesi yok, çünkü her biri ayrı çıkar hesabı içindeki savaş aktörlerinin kullandığı araçlardan biri din! Bu akıl, kendisinin terörist saydığı YPG’yi alıp, yerine Suriye yönetiminin ülkesinin istikrarını bozan terörist saydığı ÖSO’yu koymaya çalışıyor. Ki Suriye’ye istikrar gelsin!

İstikrar barış demek; barışı tesis edenler de savaşın yarasını saranlar da savaş karşıtlarıdır. Savaş karşıtlarının kellesini isteyenin, savaşı destekleyen mesajını görmediği sanatçısının peşine düşenlerin ülkesi olarak kaldığınız sürece savaşa iteklediğiniz bir eriniz günlüğüne “Yüz metre çapında bir toprak için iki aydır Fransızlarla savaşıyoruz” gibi bir cümle yazamayacak; bu cümleyi kuran er Paul Baeumer’in hikayesini yazacak bir yazar çıkmayacak. Savaşın anlamsızlığını en iyi anlatan kitaplardan biri olan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabına okur bulunmayacak…

Avrupa’da devletlerarasındaki sınırı silikleştirenlerle, yüz metre çapındaki toprak için birbirini boğazlayanlar aynı kuşaktandı. Onları, ellerindeki kanı yıkayıp masaya oturtan savaş karşıtı yazarları, sanatçıları, düşünürleri ve onlara kulak veren halklarıydı. Türkiye, barış isteyenleri susturarak barışı umut olmaktan da çıkartıyor. Şu iyi bilinmelidir ki; Kayser’in gururunu ayakta tutmak için çocukların sırtına bayrak sarıp konvoyun peşine takarsanız savaşın düşmanlaştırdığı halklar asla barış yüzü göremez!

Şu da bilinmeli ki barış laiktir; maket üzerindeki bayrağa bakıp gururlanan, savaş diline teslim olmuş; ÖSO’nun peşinden Afrin’e yürürken El Kaide, İŞİD destekçisi durumuna düşmüş kendini laik sayan birinin barışa katkı sunması mümkün değildir.