Rusya Federasyonu'nun ABD'nin 2014 darbesiyle başlayan Ukrayna iç savaşına müdahalesinde, askeri cephede NATO destekli banderist Kiev rejimi karşısında zorlanmaya başladığı bir dönemde, iki kritik gelişme yaşandı. İlki Ukrayna'nın Ruslarının kendi kaderini tayin ilkesi uyarınca düzenlenen referandumla Rusya Federasyonu'na katılma kararı almaları ve bunun BM Güvenlik Konseyi'ndeki yankıları. İkincisi ise Avrupa Rusya'ya açılan ekonomik savaşın sonuçlarıyla yüzleşirken AB'nin öncü ülkesi Almanya'nın sivil altyapısı Kuzey Akım-2 boru hattını hedef alan terör saldırısı.

REFERANDUMLAR, ÇİFTE STANDARTLAR VE BRICS TEPKİSİ

Rusya Federasyonu, ABD öncülüğündeki Batı'nın 30 yıldır çeşitli gerekçelerle Avrupa'da -ve dünyanın başka yerlerinde- değiştirdikleri haritayı bu kez kendisi değiştirmeye soyunuyor. Sonuçlarını öngörebilmek için henüz erken. Ukrayna'nın banderist yönetiminin 17 Şubat'ta başlattığı saldırıya 24 Şubat'ta iç savaşa bizzat müdahil olarak yanıt veren Rusya, müttefikleriyle birlike kısa sürede Rus nüfusun ağırlıklı yaşadığı çok büyük toprak parçasını Kiev'in konrolünden çıkarmıştı. Sonbahar için planlandığı bilinen referandumların gerçekleştirilmesi ve sonuçlarında beklenmedik bir durum yok. Moskova, öncesinde Ukrayna'nın SSCB sonrası tarihte ilk kez tesis edilmiş 30 yıllık 'devletliliğinin sona ereceğini' de açıkça ilan etmişti. Dolayısıyla referandumların Zaporojye ve Herson'u da kapsamasında şaşılacak bir durum bulunmuyor.

Hatırlayalım... Kiev'deki 2014 darbesinde faşist banderistlerden ürken Kırım 1954'te hediye edildiği Ukrayna'dan sandık kurarak ayrıldı, birliğe geri döndü. Karadeniz Filosu'nu garantileyen Rusya ise Donbass'taki yapılar için Avrupa ve Almanya ile ilişkilerini gözeterek BM onaylı Minsk barışını zorlamıştı. Kiev'deki darbeye boyun eğmemiş Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetleri sekiz yıllık iç savaşta Moskova tarafından resmen tanınmadı. Bu tanıma ancak bu yıl başlayan askeri operasyon öncesi 21 Şubat'ta geldi. 2021 başında Biden yönetiminin işbaşına gelmesi ve yıl sonunda Moskova'nın ABD ve NATO'ya sunduğu anlaşmaların reddiyle Batı bloğunun vekalet görüntülü büyük bir savaşa tutuşacağı anlaşılmıştı.

Bu yedi ayda esas ilginç olan Rusya'nın mütemadiyen müzakereli çözümü gözeterek hareket etmesiydi. Başlangıçtaki başkent Kiev çevrelemesinden, operasyon için sevk edilen asker sayısının azlığı ve gıda krizi ile enerji politikalarında hepsi Batı adımlarına 'misilleme' teşkil eden adımlarla sürekli 'uzlaşma' aranmasıydı. Bu durum Avrupa ve Almanya elitleri arasında tartışma yaratsa da karşılığı olmadığı her adımda ortaya çıktı. Anglo-Amerikan dünya da müzakereleri imkansız kılmak için müdahalelerini esirgemedi. İstanbul'da Ukrayna bir uzlaşma metni sunduğunda Britanya'nın başbakanı BoJo koşa koşa Kiev'e gidip olası uzlaşmanın önünü kesti. Nihayetinde Batı bloğu Banderist savaş makinasına 10 ayda tam 85 milyar dolar aktardı.

Batı bloğu bu süreçte aleni ırkçılık ve toplu cezalandırmanın yanı sıra sansür ve karartmanın her türlüsünü kullanarak büyük bir ideolojik mücadeleye girişti. Liberal anlatı başaşağı edildi. Buna rağmen Ukrayna'nın Rus mirasını taşıyan dört bölgedeki referandumlarla ilgili tam arzuladığı resmi çizebilmiş değiller. Bugüne kadarki karneleri o kadar kötü ki, eldeki teknolojik üstünlüğe rağmen pazarlaması kolay olmuyor.

Dünyanın azımsanmayacak bir kısmını Ukrayna çatışmasında ikna edememelerinde 'uluslararası hukuk' dediklerinde herkesi güldüren çifte standartlarının payı büyük. Düşünsenize... ABD'nin neocon Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in Ukrayna'nın banderistlerini silahlandırmayı savunurken 'hiç kimsenin bir başkasının sınırlarını güç yoluyla çizemeyeceği bir uluslararası düzeni korumak' ifadelerini kullanması kadar büyük bir komedi olabilir mi? Nitekim, ABD için de AB için de Tayvan'ın Çin'den ayrılığı desteklenesiyken, İsrail'in Golan'ı ilhakının sıkışırılamadığı o 'uluslararası hukuk', 'önemli güvenlik çıkarları' ile izah edilmekte. BM hukukuna göre (1244) Sırbistan'a ait olan Kosova'da referandumla halk iradesi aramaya gerek bile görülmeyen ikinci Arnavut devleti de Lahey'in muğlak kararıyla ortalıkta salınmakta...

İdeolojik hegemonya BM Güvenlik Konseyi formatında da arzulandığı gibi işlemiyor. ABD yönetimi geçen hafta BM Güvenlik Konseyi'nde dört bölgedeki referandumlar için kınama şovu yaptı. Rusya Federasyonu vetosu hazırlanan tasarıya geçit vermedi. Ancak daha önemlisi Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan ve Brezilya'nın (Gabon da var) çekimser kalması oldu. BRICS üyesi 'üç büyükler' tasarının peşine takılmak yerine Ukrayna'da müzakereli çözüm vurgusu yapmayı tercih etti. Bu arada el mahkum ABD tasarısına destek sunan Meksika'nın temsilcisi de manidar bir konuşma yapmış. Dünyada pek çok ülkenin topraklarını başka bir ülkenin ilhakıyla yitirdiğini anımsatmış. Meksika için faili anmaya gerek yok tabii. ABD şimdi BM Genel Kurulu'na bakacak.

MÜTTEFİKTE TERÖR SABOTAJI: OLAĞAN ŞÜPHELİ

Asıl sarsıcı gelişme Rusya'nın Almanya ile birlikte milyarlar harcayarak inşa ettiği, Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattına yönelik terör saldırısı. Tam da kış yaklaşırken... Tam da Avrupa'da ve özellikle Almanya'da insanlar 'vanaları açın' diye sokağa dökülürken... Tam da Putin 17 Eylül'de Avrupalılara 'ABD emirlerini görmezden gelin. Sadece düğmeye basın yeter' demişken...

26 Eylül'de Rusya gazına alternatif olamayacak Norveç'ten Baltık hattının açılışıyla aynı günde, Kuzey Akım-2 hattında sızıntılar tespit edildi. Sonrasında terör sabotajı netleşti.

Almanya'nın gıkı çıkmıyor. Rusya'nın inşası için milyarlar harcadığı ve Avrupa ile stratejik ortaklığının sembolü olan hattı, Ukrayna çatışması boyunca vanasını açıp-kapatma lüksünden kendisini kurtarmak için sabote ettiğini söyleyen ahmaklar var elbette. Artık açıkça 'NATO denizi' dedikleri Baltıklar'da tam da Amerikan donanmasının sualtı drone tatbikatı yaptığı bölgede...

Pek çok insanın gözünde motivasyon faile işaret ediyor. Nitekim Polonya'da CIA'nın işkenceli uçuşları esnasında bakanlık yapmış Radek Sikorski gaza gelip 'Teşekkürler ABD' diye tweet atıp sonradan silmek durumunda kaldı.

ABD'nin ucuz Rus gazından olan Avrupa ve Almanya'ya pahalı LNG'sini satıp Avrupa sanayisini vurduğu ortada. Doğal olarak herkes 7 Şubat'ta Başkan Joe Biden'ın Kuzey Akım-2'ı bitirme yolunda "Size söz veriyorum, bunu yapmayı başaracağız" sözlerini anımsıyor. Son olarak ABD'nin neocon Dışişleri Bakanı Antony Blinken, terör sabotajını 'gelecek yıllar için muazzam bir stratejik fırsat' olarak niteledi. Şimdi Wall Street Journal'e gore ABD boru hattının onarımı için gereken uzmanlık ve teknolojiye Rusya'nın erişimini kesecek yaptırımlar için kolları sıvayacak.

Pentagon brifinginde 'ABD'nin bu işe müdahil olduğunu reddedebilir misiniz' sorusuna verilen yanıt "Evet bizim kesinlikle ilgimiz yok" oldu. Kimileri bunu "Arkamızda hiç kanıt bırakmadığımıza eminiz" diye tercüme ediyor. Almanya, Danimarka ve İsveç ile birlikte bölgeye müfettiş gönderecekmiş.

OLAĞAN OLMAYAN ŞÜPHELİ...

İddialar çok. Kimi yorumcular ABD'de Strausçu neoconların teknik uzmanlığı ile Polonya ve Ukrayna'nın taşeronluğundan söz ediyorlar. Bir de Davos Ekonomi Forumu'nun 'büyük sıfırlamacılarına' atıf yapanlar var. Onlar ABD'nin dünyamızın azımsanmayacak bir kısmındaki icraatlarıyla oluşturduğu 'gangster devlet' algısından faydalanan 'kurban Avrupanın' pandemi sonrası 'yaratıcı yıkım' arzularına atıf yapıyor.

Doğal olarak sosyal medyada şu tekerleme dönüyor: 'Kuzey Akım-2'yi kim durdurmaya çalıştı? ABD. Kim yaptırım uyguladı? ABD. Terör saldırısıdan faydalanan kim? ABD. Avrupa medyasına göre kim sabotaj yapmış olabilir? Hiçbir fikrimiz yok." Kim bilir belki 'ortak yapımdır'.