Çalkantılı yıllarda iki vahşi darbe görmesine karşın sol fiziken ezilse de düşünsel, kültürel ve siyasi olarak toplumu, siyaseti etkilemeyi sürdürüyor. Gittikçe genişleyen kadın hareketi, çevre eylemleri, toplumsal hareketler, kıpırdanan işçi hareketi, Gezi bu etkilenmenin uç noktalarıdır.

Çarıklı erkânıharp çözer sorunları

Son yıllarda herhalde siyasetteki genel savrukluktan olsa gerek, bir boş vermişlik, bir kendini bilmezlik, bir “söyle gitsin ne olacak” havası yayıldıkça yayılıyor. Böyle zamanların makbul kişileri köy kahvesinde oturup memleket ve dünya sorunlarını bir çırpıda çözüveren samimi erkânıharplere benziyorlar. Sosyal medyadan duyduklarına kendi yorumlarını ekleyip büyük bir özgüvenle, çokbilmişlik mi desek, yazıyorlar. Okumuş yazmışlar içinden çıkan erkânıharpler ise eski deyimle “tahammülfersa”dırlar. Ağırlıklı olarak içinden çıktıkları ve artık hiç beğenmedikleri Sol ile uğraşmayı iş edinirler; çünkü bu tiplerin bütün derdi zamana, iyi bir hasletmiş gibi yazılıp çizilen “zamanın ruhuna” uymaktır. Zaten döne döne başı dönmüş müritleri de bu yazıları okuyunca “hah işte bu, kalemine sağlık üstadım” diye rahatlar yüreklerinde arada bir nükseden sancıyı defederler.

Bu türden tipik bir durumu geçtiğimiz günlerde usta gazeteci İrfan Aktan’ın yazar ve müzisyen Zülfü Livaneli ile yaptığı söyleşi (Duvar. 7.7.2021) sonrası yapılan yorumlarda gördük.

carikli-erkaniharp-cozer-sorunlari-897653-1.

SERBEST PIYASACI “SOL”

Burada eleştirmeye çalışacağımız yorum, şöhret sahibi önemli bir entelektüele aittir. Tahmin ettiğiniz gibi bu savruk yazıcının baş derdi onu pek üzen Sol’un hal-ü pür melalidir. Bu arkadaşlar sorunu bir kaç cümle ile çözerek kabahatin kimde olduğunu açık seçik yazıverirler. Bir kaç nirengi noktaları vardır; “sol kimdir kime denir sorunsalını” hayıflanarak anlatmayı da pek severler. Örneğin Batı sosyal demokrasisini çok sevdikleri için onların ne kadar sol olduğunu hayranlıkla anlatırlar: “Hep bildiğimiz gibi onlar Komünistler kadar ‘radikal’ değildir; ama bu, ‘Enternasyonal’i gözleri yaşararak söylemelerine engel değildir. Birçokları işçi sınıfından gelmedir. Öyle olmayanları da fikren ve tavır olarak işçi sınıfına, onun hayat tarzına, değerlerine uzak değildir. ‘Sol’ zaten bunları gerektirir.” derler. Demek ki Avrupa’nın sosyal demokratı radikal olmasa da Enternasyonal söylüyorsa sol olduğunu kabul etmek, zinhar toz kondurmamak gerekecektir. Ama bu sosyal demokratlar serbest piyasaya, neoliberalizme sosyalist komünist düşünceyle ipleri kopardıkları tarihten bu yana mahkûm, dahası medyunmuşlar, kimin umurunda, Enternasyonal söylüyorlar ya yetmez mi? Türkiye’de de solcu dediğin bu Avrupa konusunda kafa karıştırmamalı, “demokrasi, insan hakları” ve benzeri sorunlarda AB ülkelerinin iç ve dış politikalarına sıkıca bağlı, iner çıkar çizgisini kerteriz almalıdır. Demokrasi meselesinin öyle fazla tartışılacak bir yanı yoktur. Seçimler yapılıyor mu, partiler açılsa da kapansa da eşit koşullarda yarışamasa da seçimler bir şekilde yapılabiliyor mu, “temsili demokrasi” işliyor mu, tamamdır o zaman.

SOLUN BONAPARTİSTLİĞİ

Bir ikinci kerteriz noktası solun darbeler konusundaki tutumudur ki çarıklı entellerin kafaları az biraz karışsa da solun “Bonapartistliği” konusunda ateşli hükümler vermeye meraklıdırlar. Onlara sorarsanız, solun hukuk dışı saldırılarla karşılaşmasını “bu bağlamda fazla önemsemek gerekmez, çünkü sol var olan düzeni tehdit eder ve düzeni savunan güçlerin buna karşı böyle hukuk dışı saldırılarda bulunmaları ender görülen bir şey değildir.” Asıl büyük sorunlar solun kendisinden kaynaklanmaktadır. Örnek, şu bitmez tükenmez “SD” - “MDD" tartışmasıdır. Ama üstat tartışmanın görünen yüzüyle değil arkadaki “gerçekle” ilgilidir. “Formül böyle ifade ediliyordu ama asıl söylenen solcu olmaya ikna edilen subaylar eliyle ikinci (ve doğal olarak daha radikal) bir 27 Mayıs yaparak iktidarı ele geçirme fikriydi.” Kısacası “Bonapartist”ti bu arkadaşlar. Öyle mi? “Sivil asker zinde kuvvetler” masalını yayanlar vardı ama bunu tüm Sol’a yüklemek de neyin nesi.

Bonapartizmin nasıl bir şey olduğunu bilmez mi hüküm sahibi? Çok iyi bilir. Fransa’da 1848 devrimi ile başlayan İkinci Cumhuriyet, bir generalin değil sivil Cumhurbaşkanı Louis Bonaparte’ın pek karışık güçler dengesiyle kurnazca oynayarak 2 Aralık 1851’de gerçekleştirdiği darbeyle sona erdi. Napolyon Bonaparte’ın yeğeni Louis Bonaparte bir yıl sonra da kendisini imparator ilan etti. Marx’ın en önemli eserlerinden olan “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire”i bu dönemi öğrenmek isteyenlere hazine değerindedir.

Buradan kolayca darbeci ilan edilen Sol’un, hem de tümünün 27 Mayıs darbesi ilgili “yanılgılarına” ve “yanlışlarına” geçebiliyoruz. Demek ki neymiş; gerçek niyet solcu olmaya ikna edilen subaylar eliyle ikinci (ve doğal olarak daha radikal) bir 27 Mayıs yaparak iktidarı ele geçirmekmiş. Üstada göre “bugün hâlâ, ‘solcuyum’ diyen birçok kişinin gözünde 27 Mayıs ‘iyi darbe’; ama sonrakiler ‘kötü darbeler’” imiş. Uyduruyor; darbe darbedir. 27 Mayıs darbesi ile ilgili çok araştırma yapıldı; bu araştırmalarda darbeci subayların farklı eğilimlerde olduğu, “darbenin sesi” Albay Türkeş’in bir uçta öteki subayların başka eğilimlerde ama hepsinin de Demokrat Parti karşıtlığında birleştiğini herkes bilir. Daha önemlisi otoriter yönetime karşı isyan eden akademinin ve öğrencilerin karşılaştıkları zorbalık da abartılmadan kayda geçer. Darbeden sonra oluşturulan Kurucu Meclis’in hazırladığı 1961 Anayasası’nın demokratik niteliği de inkâr kabul etmez bir gerçektir. Zaten solu Bonapartistlikle suçlayan yazar da “Türkiye’de solun önü 27 Mayıs olayının ardından açılır gibi olmuştu. Sosyalizm (“ilk olarak” diyebiliriz) ciddi bir şekilde gündeme geldi.” demekten kendini alamaz. Kafası karışık demek ki…

Eski solcu liberalin Türkiye İşçi Partisi ve CHP ile ilgili görüşleri de aynı savrukluğu yansıtıyor. TİP ile ortanın solunu keşfeden CHP şöyle değerlendiriliyor; “Bunun kadar patırtı çıkarmayan bir soru da TİP ile CHP ilişkisiydi: Evrensel terimlerle baktığımızda TİP Komünist, CHP ise Sosyal Demokrat Parti olmaya aday görünüyordu. Ama yakından bakınca, bunların ikisinin de yerine oturmadığı belli oluyordu.” “Evrensel terimler” meselesine takılıyoruz ister istemez. Marksizmin evrensel kavramlarla anlaşılması anlatılması doğaldır da, sosyalist komünist partilerin tornadan çıkmış gibi olmadıkları, olmalarının beklenmeyeceği ve beklenmemesi gerektiği de malumdur. Sosyalist bir partiydi TİP ve tıpkı Marx’ın 18 Brumaire’de anlattığı gibi “verili, geçmişten devrolan koşullar altında” var olmaya, gelişmeye çalışıyordu. CHP’nin ise NATO üyeliğini Batı’nın soğuk savaş kampında yer almayı seçtiği, liberal ekonomiye herhangi bir itirazının olmadığı, Ortanın Solu hareketinin de gelişen Sol’u frenlemek için ortaya atıldığı bilinen gerçeklerdendir.

***

Çalkantılı yıllarda iki vahşi darbe görmesine karşın sol fiziken ezilse de düşünsel, kültürel ve siyasi olarak toplumu, siyaseti etkilemeyi sürdürüyor. Gittikçe genişleyen kadın hareketi, çevre eylemleri, her konuda kendini gösteren toplumsal hareketler, kıpırdanan işçi hareketi, Gezi bu etkilenmenin uç noktalarıdır. Bu gelişmeden tüm siyasi hareketler bu arada CHP de etkilendi. Siyasetin iki büyük ve farklı doğrultuda gelişmesinin sonucu olarak Ecevit CHP’sinin sağa açılımı sağla işbirliğini “tarihsel ittifak” diye tanımlaması bugün daha farklı bir konumda ve koşullarda CHP’yi etkilemeyi sürdürüyor. CHP tabanını etkileyen diğer gelişme ise sola doğrudur, tabanda güçlü olan eğilim de bu yöndedir.

Sol farklı siyasal parti ve hareketlerde örgütlemiş olsa da genel gidişi yorumlamakta ve güçten düşen sağ karşısında durumu değiştirebilecek etkin bir muhalefetin hiç küçümsenmemesi gereken rüzgârını estirebilmektedir.

“Vay bu sola! vah bu sola!” denilecek bir durum yoktur; ağlamak isteyen liberal kendine ağlasın…