Aklın askıya alındığı zamanlardan geçiyoruz desem, yetmez!

Olup bitenleri aklın askıya alınması ile değil ama belki hayatlarımıza kötücül bir aklın tam gaz hükmetme çabasıyla açıklayabiliriz. FETÖ’ye atfedilen ne varsa hepsinin izlerini gördüğümüz bir akıl...

Bir ara, “Devletin Genelkurmay Başkanı’nı bile terörist ilan ettiler” diye adı üstünden FETÖ’ye yüklenilen İlker Başbuğ, bir yayında FETÖ-AKP ilişkisini ima etti diye, AKP milletvekillerinin şikâyetiyle ifadeye çağrıldı dün.

Daha önce de dillendirilen ve ortalama bir aklın hüküm sürdüğü herhangi bir yerde yeri yerinden oynatacak korkunç bir iddiayı, Salı günü partisinin bütün ülkeye canlı yayınlanan Grup Toplantısı’nda ana muhalefet partisi lideri tekrar etti: “Devletin sırlarını verdiler; 813 kişi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti lehine çalışan 813 kişi öldürüldü. Onların eli, yani kozmik odayı terör örgütüne teslim edenlerin eli kanlıdır.”

Bir savcının casusluk, ihanet soruşturması için daha neye gerek var, bilmiyorum. Ancak, böylesine dehşet verici bir iddiaya karşı kılını kıpırdatan yok!

Müyesser Yıldız casus ama! İsmail Dükel casus!

Öyle bir casus ki Müyesser, ilaç için su bile verilmiyor ona!

Öyle bir casus ki, gözaltına alınırken FETÖ operasyoncularının bile dikkate aldığı temel yasal prosedürler göz ardı edilebiliyor. Evini aramaya gelenler avukatına haber vermesine izin vermiyor. Evdeki tüm bilgisayar ve telefonlara el konuluyor, ancak yasal zorunluluk olmasına karşın imajları alınmıyor. “Oysa 9 yıl önce, FETÖ’cü kolluk gözaltı yapmaya geldiğinde avukatına haber vermiş, bilgisayarların imajını almıştı.”

Öyle bir casus ki Müyesser, avukatlar “kısıtlılık kararı” nedeniyle kendileriyle paylaşılmayan belge ve bilgileri operasyon medyasından öğreniyor. Sanırım kimsenin unutmadığı o meşhur yöntem işte. On binlerce FETÖ’cü içeride, yöntemleri dışarıda serbest ve aktif!

Her fırsatta değerleri ve meziyetleri dünyaya reklam edilen memleket öyle bir yer haline geldi ki; gazetecilerini darp ederek demir kapılar ardına kapatıyor, Silivri’de Barış Pehlivan’a yaptığı gibi… Öyle bir hale geldi ki; gözaltına aldığı gazeteciye ilaç için su vermiyor, Müyesser’e yaptığı gibi...

Ve aynı memlekette, tam da bunlar olurken, ABD’de Floyd’un nefessiz bırakılarak öldürülmesine gönderme yaparak ama, Anayasa Mahkemesi Başkanı diyor ki: “Temel hakların korunması, hukuki olduğu kadar aynı zamanda ahlaki bir meseledir. Bizim gibi olmayan, bizim gibi düşünmeyen ve bizim gibi yaşamayanların da haklarının olduğunu kabul etmemiz gerekir.”

Bir casusu kanlı canlı olarak hayatımda ilk ve tek kez Mamak Cezaevi, A Blok, 6’ncı Koğuş’ta gördüm. Bulgaristan Türklerindendi ve bazı bölgelerin fotoğrafını çekerek Bulgarlara verdiğini itiraf etmişti. Aylarca aynı koğuşta yattık; ilkeleri, değerleri veya hayatta bir duruşu olduğuna dair en küçük bir iz taşımıyordu. Bomboş bir adamdı. Boşluğunu herkesin, en küçük bir “ikram”la doldurabileceği kadar boş!

Müyesser’i de yalnızca bir kez gördüm. Silivri’de tutuklu gazetecileri meslek örgütleri olarak ziyaret ederken. O kısa sohbette, en kıt insan bile; net, hayatta bir duruşu, değerleri, ilkeleri olan bir kadın olduğunu görebilirdi.

Dünyaya aynı pencereden bakmasanız da, o ufak tefek kadının içindeki cesarete, doğru bildiklerini eğilip bükülmeden savunma azmine, kalemini kendinden başkasına kullandırmayan gazeteciliğine tereddütsüz tanıklık edersiniz.

Ne kadar manşet atıp haber yaparsanız yapın; “Müyesser Yıldız askeri casusluk suçlamasıyla gözaltına alındı” diye.

Yazdıklarınıza kendinizi bile inandıramaz, Müyesser’le casusluğu bir araya getiremezsiniz!