İnsanların korkuyu cisimleştirdikleri yerdir cehennem. Ama cennet yani ödül de korkuya dâhildir. Ne çok tanrılı ne de tek tanrılı dinlerin hikâyeleri, destanları, kutsal kitapları cennetten, cehennemden vazgeçebildiler. Galileo Galilei, Dante’nin ayrıntılı bir şekilde resmettiği cennet ve cehennemi fiziğin, geometrinin, matematiğin o yıllardaki gelişmişlik düzeyi ile ölçmeyi uygun buldu. Çünkü bilim nesneleri, süreçleri ölçmeyi sever.

Dante’nin cehennemi üzerine

Galileo Galilei’nin hayat hikâyesinde ve eserleri sıralamasında yer verilmeyen çalışması, “Dante’nin Cehennemi Üzerine Dersler” adını taşır. Türkçesi Bilge Kültür Sanat Yayınevi tarafından 2009’da yayınlanan eseri yazıldığı dil İtalyancadan Fransızcaya çeviren Lucette Degryse, eserin amacının İlahi Komedya’nın birinci bölümünde anlatılan “Cehennem çukurunu geometrik bir bakış açısıyla incelemek, Dante’nin belirlediği boyutları keşfedip açıklamak” olduğunu söyler.

Degryse eserin Fransızca çevirisine yazdığı önsözde, ruhani olanın bilimsel açıklamasına girişme çabasını, “Ortaçağ düşüncesinde büyük bir ağırlığı olan, günahların cezası ya da ruhun kurtuluşu gibi dini konulara ilgi azalırken, bu aydınlar kendilerini, nesnelerin ve dünyanın ardında yatan somut gerçekleri keşfetmeye adamışlardı” diye anlatır.

Galileo Galilei’nin Dante’nin Cehennem’ini geometrinin ve matematiğin yardımı ile çözmeye çalışmasını, bilimle dinin kavgasının ilk adımları arasında saymak aydınlatıcıdır. Zaten eserin adı “Dante’nin Cehenneminin Biçimi Konumu ve Büyüklüğü Üzerine Floransa Akademisi’nde Verilen İki Ders”tir.

Galileo Galilei’nin daha sonra bilim dünyasına büyük katkıları ve Engizisyon tarafından sorgulandığı da anımsanırsa, daha çok gençken kendisine farklı bir yolu, bilim yolunu seçtiği anlaşılabilir.

ZORLU YOLCULUK

Bu yolculuk kuşkusuz zordu, çileliydi; ama önemli olan yolun açılması, olabildiğince taşlardan, dikenli tellerden, keskin çalılardan kurtarılması, yolu başka yönlere çevirebilecek sahte tabelalardan temizlenmesi, bilimsel kuşkunun egemenliğine toz konduracak doğmaların saldırılarından kurtarılmasıdır. Başlangıçta engebeli bir dağ yoluna benzeyen belli belirsiz patikanın, süreç içinde genişlediği, yayıldığı, çoklaştığı, bilgi birikiminin diyalektik bir serüven içinde hem ivmesinin hem katlanma katsayısının arttığı artık söylenebiliyor. İnsanlar için daha baştan dinin doğmalarını; cenneti cehennemi kabul etmek kolay, huzur verici olabilir. İnsanlar bu yolla acılarını dindirmiş ya da katmerlendirmiş olabilirler ama her zaman anlatılan ve yazılan her şeyi ölçmeye çalışmak, dokunabildiklerini, nesnel dünyanın ölçüleriyle yerli yerine koymak istemişlerdir. Ateş evet yakıyordu, cehennem olsa olsa böyle olabilirdi ama ateş aynı zamanda cennet de olabiliyordu. Bilimin gelişimini sağlayan ilk zorunluluk bu nedenle dinle nesnel dünyayı barıştırma çabasıdır. Reddedilmeyen inanç bilimle her kapışmasında kendini törpülemek zorunda kaldıysa, bunun temel nedeni insanın maddi dünyaya olan ilgisi, gittikçe artan bilgisi karşısında söyleyecek sözünün giderek azalmasıdır.

Yine de izah kabul etmez, açıklaması zor o kadar çok bilinmez vardı ki, karanlıkta yitip giden korkuya dayalı inancın etkili olması hala sağlam bir zemine sahipti. Bir başka temel neden ise bilimi kitlelerden uzak tutarak kendi kabuğu içinde mümkünse teknoloji kalıbında kalmaya zorlayan sistemin kendisi oldu.

Öte yandan sistem, bu açmazın sonunda kendisi için büyük bir tehlikenin, kendi egemenliğine son verecek inkâr edilemez, önlenemez bir gelişmenin gittikçe büyüdüğünün de farkındaydı. Bilim, sistemin korkulu geleceğidir.

Sistem, her zaman varlığını yani sömürüyü sürdürmek ister. Önüne çıkan her fırsatı insan yaşamını hiçe sayarak değerlendirir, bilimsel bilginin anlaşılmasının zorluğundan güç alır. İnancın işleri kestirmeden çözen kolaylığını sonuna kadar sömürür. Ne kadar kanlı olursa olsun insani olan her şeyi yok eden savaşlardan medet ummasının, ilkel, kan dökücü, yönlendirilmesi kolay fanatik örgütlerden medet ummasının, onları hem örgütleyip hem de korku unsuru olarak kullanmasının nedeni budur.

Ortadoğu o nedenle tarih boyunca bulunmaz bir hazine olarak hep sistemin ilgi alanında kaldı. Çünkü Batı dünyası için Ortadoğu dinlerin, inançların, tarikatların, ezoterik her tür bileşimin beslendiği yerdir. Ortadoğu’da doğmuş İsa dininin bilimle kavgası da işte bu kapsamda pek ilginçtir; insanlığın hazinesinde birikmiş hikâyeleri çoktur ama ne gerek var, yazının başında sözünü ettiğimiz Galileo Galilei’nin yaşarken ve ölümünden sonra başına gelenleri anlatmak yetmez mi?

'E PUR Sİ MUOVE'

Galileo Galilei’nin “İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog” adlı eseri, 1632'de Papa’nın izniyle basıldı. Ama kitap Engizisyon tarafından gözden geçirildiğinde Galileo kitabın önde gelen karakteri Simplicio’yu (aynı zamanda İtalyanca alık demekti) savunmakta zorlandı. Kilise, kitapta dünya merkezli Batlamyus’u reddeden Kopernik tezlerinin savunulmasını kabul edemedi, yıllar boyu da affetmedi.

Engizisyon, Galileo’yu 22 Haziran 1633’te mahkûm etti. Öncelikli gerekçe, “Galileo'nun ciddi kafirlik şüphesi altında olduğu, güneşin hareketsiz olarak evrenin merkezinde durması ve dünyanın hareket etmesi fikrine -İncil'e aykırı bulunmasından sonra bile- inanması nedeniyle bu fikrini lanetlemesi ve vazgeçmesi gerektiği” idi. Mahkeme, “Engizisyon'un belirlediği gibi hapsine” (bu ceza, sonra ev hapsine çevrilmiş ve Galileo hayatı boyunca bu şekilde yaşamıştır) ve nihayet “Diyalog'un yasaklanmasına ve diğer yapıtlarının (gelecekte yazacakları da dahil) basılmasının yasaklanmasına” karar verdi.

Galileo’nun bu karardan sonra “Yine de dönüyor- E pur si muove” dediği söylenir. Bilmiyoruz belki söylemişti, belki de kimsenin duymayacağı kadar kısık bir sesle mırıldanmıştı, rivayet muhtelif ama bildiğimiz 1640’larda İspanyol ressam Bartolomé Esteban Murillo tarafından yapılan bir resimde Galileo’nun, hapisteyken duvarda yazılı olan “E pur si muove” sözcüklerine baktığıdır.

KÖR İNANÇTAN BİLİME

Kör inançların, tartışma kabul etmeyen, bilimle arasına duvarlar örmüş dinlerin kendilerini yenilemeleri zordur ama imkânsız değildir. Dinler çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın ivmesi artmış gelişimini durduramazlar. Kilisenin uzun sürse de Galilei Galileo karşısında yenik düşmesinin nedeni de budur.

31 Ekim 1992’de Papa John Paul II, Galileo meselesinin ele alınış şeklinden pişmanlık duyduğunu açıkladı, Galileo Galilei’nin bilimsel pozisyonunu yargılayan Katolik Kilisesi mahkemesinin işlediği hataların kabulünü belirten bir beyanname çıkardı. Mart 2008’de Pontifical Academy of Sciences’ın başı Nicola Cabibbo, Galileo’nun Vatikan duvarları içerisinde bir heykelini dikerek onu onurlandırmayı amaçlayan bir tasarı açıkladı.

Dante Aligieri, “İlahi Komedya” adlı büyük eserinde cenneti gökyüzünde, cehennemi dünyanın derinliklerinde; yer altında tasvir etti. Gökyüzüne baktıkça orada kat kat cennetin hiyerarşisini, aynı şekilde dünyadan uzaklaştırılamayan cehennemin arzın merkezine doğru bir koni şeklinde derinleşen çukurunu, kuyusunu ayrıntılı bir şekilde çizdi.

***

Diyeceğimizi diyelim artık. İnsanların korkuyu cisimleştirdikleri yerdir cehennem. Ama cennet yani ödül de korkuya dâhildir. Ne çok tanrılı ne de tek tanrılı dinlerin hikâyeleri, destanları, kutsal kitapları cennetten, cehennemden vazgeçebildiler. Galilei Galileo, Dante’nin ayrıntılı bir şekilde resmettiği cennet ve cehennemi fiziğin, geometrinin, matematiğin o yıllardaki gelişmişlik düzeyi ile ölçmeyi uygun buldu. Çünkü bilim nesneleri, süreçleri ölçmeyi sever.

Ölçüyü ölçmeyi sevmeyen, zamanın hızı karşısında şaşırıp kalan, akıp giden zaman içinde çıkardan başka ölçü bilmeyen sistemdir. Bilim ise Tanrıyı aradığında ya da ölümden sonrasını merak ettiğinde insana, “Peki” der, “Al bak bakalım nasılmış, kaç katmış, şekli neye benziyormuş, ne kadar büyükmüş.

İşte o zaman düşünen insan bilimin tanrısal ışığına doğru koşmaktan başka bir yol bulamaz...