Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Sanal ortamda yirmi dört saat-üç vardiya kesintisiz “teori üreten” bir büyük “akıldâne”miz var: Demir Küçükaydın…

Bilgisayarımın ekranına her gün e-postaları düşer. Yıllardır hiç yorulmadan sürdürür bu işi. Ondan kaçmak adeta olanaksızdır! Her yerde çıkar karşınıza!

Rivayet olunur ki, sosyalist hareketimizin kendine özgü kişiliklerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “rahle-i tedris”inden geçmiştir. Ben onu daha çok, günümüzün Yalçın Küçük’üne benzetiyorum. Çünkü “dâhilik”le “delilik” arasında gidip geliyor durmadan!

O kadar çok gelgitleri var ki, Kürtçü müdür, sosyalist midir, liberal midir, postmodern bir “enternasyonalist” midir, kestirmek güç…

Yazıları bıktırıcı yinelemelerle doludur ve bu yüzden de çekilmez uzunluktadır. Her satırında “Ben bilirim” kibri ve büyüklenmesi vardır. Bazen konu başlığına bakar, ossaat silerim iletisini. Bazen de, “Yine ne saçmalamış acaba?” diye şöyle bir göz atarım yazdıklarına…

Bu çokbilmiş adam, geçenlerde dişimi sıkarak (oysa diş doktorum sevgili Süha Alpay, dişleri sıkmanın implantlara zarar verdiğini söyleyerek uyarmıştı beni!) sonuna dek okumaya çalıştığım bir yazısında HDP’yi eleştiriyordu…

Ona göre HDP’nin ne programı, ne ideolojisi, ne politikası, ne de doğru dürüst bir örgütlenmesi vardı. Strateji ve taktiği de yanlıştı…

Oysa kendisi bu işin hem teorisini yapmış, hem “programını yazmış” bir düşünürdü.

Gelin görün ki yazdıkları HDP’de ciddiye alınmıyor, hiçbir platformda kendisine söz hakkı tanınmıyordu. Bu da HDP’nin antidemokratik yönetim biçiminin somut kanıtıydı ona göre…

Demir Küçükaydın, HDP’nin Birleşik Haziran Hareketi’ne karşı tutumunu da yanlış buluyordu.

Durun, heyecanlanmayın hemen!

Düşündüğünüz gibi değil!

HDP, “Haziran’cı Türklere, sosyalistlere ödün vererek, onların hoşuna gidecek sözler söyleyerek” çok yanlış yapıyormuş!

Çünkü HDP’nin Türkleri ikna ederek değil, “yenerek kazanması” gerekirmiş!

Bu partinin “Türkleri dönüştürerek kendine benzetmesi” böyle gerçekleşebilirmiş…

Yani HDP’nin “bölge ve kimlik partisi” olmaktan çıkarak Türkiyelileşmesi, ancak “Türkleri yenmesi, dönüştürmesi ve kendisine benzetmesi” ile olanaklıymış!

Ne müthiş bir analiz değil mi?

Demir Küçükaydın, BHH’yi sürekli “Türkler”le eşitlemeyi alışkanlık haline getirdi. 7 Haziran seçimleri öncesinde kaleme aldığı abuk sabuk yazılarda hep bu söylemi ve BHH düşmanlığını sürdürdü. Şimdi de bu düşmanlığı HDP’ye aşılamaya çalışıyor.

Küçük aydınlarımızın “teori” adına ürettikleri saçmalıkları gördükçe, bunların sosyalist harekette neden “esami”lerinin okunmadığını daha iyi anlıyor insan…

Karartılan barış çağrısı
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, geçenlerde İzmir’de yaptığı bir konuşmada, silahların susmasını isteyerek, “Ölümlerin durması lazım. PKK’nin ama’sız olarak silahlı eylemlerini durdurması lazım. Silahın demokrasi mücadelesi açısından mazereti yoktur” dedi.

Demirtaş’ın PKK’ye “ama”sız ateşkes çağrısı yapması kuşkusuz çok önemliydi.

HDP’ye yakın Özgür Gündem gazetesi, Demirtaş’ın açıklamalarını, “Ve barış kazanacak” başlığıyla sürmanşetten verdi. Ama bu açıklamanın en çarpıcı bölümü olan “ama’sız ateşkes çağrısı”nı okuyucularına duyurmadı, bir bakıma sansürledi…

Demirtaş’ın, PKK’den silahları susturmasını istemesi, Özgür Gündem’i neden rahatsız etmiş, doğrusu anlayamadık.

Şu sıralar yalnız AKP ve MHP cengâverleri değil, Kandil’deki savaş baronları da Demirtaş’ı gözden düşürmek için yarışıyorlar sanki!

“Duvar Yazıları”
BirGün’ün en önemsediğim bölümlerinden biriydi “Duvar Yazıları”. Çünkü gazeteyle okur arasındaki dolayımsız tek iletişim kanalıydı. Okurların değişik konulardaki düşüncelerini, gazeteye yönelik değerlendirmelerini öğreniyorduk bu yoldan. Nedense kalıcı olamadı. Zaman zaman kesintiye uğradı; değişik editörler elinde, yerini ve kimliğini tam bulamadı. Sonunda tümden kaldırıldı. Bizim yürütemediğimiz bu köşeyi, bir süredir Cumhuriyet gazetesi, aynı adla, ancak değişik bir içerikle sürdürmeye başladı. İmza kullanılmıyor yazılarda; anonim bir köşeymiş…

Cumhuriyet’e esin kaynağı olmak güzel de, kim hazırlıyorsa bu yazıları, çok sıradan bulduğumu söylemeliyim. Daha çok “haber” ağırlıklı bir köşe gibi duruyor. Ama basında yer almış bilgiler yineleniyor genellikle. Üstelik dili de çok savruk. Tatsız tuzsuz, hayli kuru ve düzayak bir anlatım göze çarpıyor...

Kızarım mızarım ama hakkını yemeyeyim: Aydın Engin hazırlasaydı bu köşeyi, kıvrak kalemi ve espri yeteneği ile daha ilginç ve lezzetli bir köşe olabilirdi Cumhuriyet’in Duvar Yazıları”…