Bekleyelim de açlık, yoksulluk beklemiyor ki. Öyleyse muhalefetin elini çabuk tutması bir ara hâkim olduğu izlenimi edindiğimiz inisiyatifi yeniden ele geçirmesi gerekmez mi?.

DEM diyorlar adına…

Dolar indi, dolar çıktı, dolar şahlandı, dolar yerlerde sürünüyor. Günümüzün ana, dana, yandaş ve de kandaş medyası ve dahi onlarla aynı frekanstan yayın yapmayı marifet sayan, haber değeri bu başlıklardadır rehavetiyle tembellik eden medyamız, doların olup biteni kılını kıpırdatmadan “seyreyle âlemi ki neşe bundadır” havasında olduğunu bilmez mi? Dolar anavatanının ekonomist politikacıları “bırakın Türkiye’yi kendi enflasyonumuza bakalım” demekteler ki, ucu bize de dokunur diye dertlenen yerli ekonomistlerimiz, gerçeğin peşine düşenler de sıkıntının sistemin kendisinden kaynaklandığını bilip bilmezden gelmiyorlar mı? Ama haklarını yemeyelim; verili koşullarda tahlil yapmanın, eli yüzü düzgün, tutarlı analize girişmenin kaçınılmaz sıkıntısıdır bu. “Serbest piyasa ekonomisi” adı ile piyasa yapan kapitalizm yıkılıp tarihin çöplüğüne gönderilmeden, ekonominin de siyasetin de muhalefet dahil yönetimi, sistem yürürlükte olduğu sürece başka türlü konuşamaz, durumu sergileyemez, verili koşullar içinde geçici çareler üretmekten başka bir şey yapamaz.

Sistemi kökten reddeden sosyalistlerin kapitalizmin krizine çare olmak gibi bir dertleri yoktur ama bu krizden başta işçi sınıfı en fazla etkilenen kesimleri uyarmak, itiraz etmeye çağırmak, mümkün olduğu ölçüde onların dertleriyle hemhal olmak gibi ertelenmez bir görevleri vardır. Bu görev bilinmez bir gelecekle ilgiliymiş gibi görünen ütopyanın, ütopya değil, gerçekleşebilir bir hakikat olduğunu kanıtlamaktır.

YETENEKLİ BAY KAPİTALİST

Uzatmaları oynayan kapitalizm ömrünü uzatmak için bin türlü çıkış yolu icat etme, yoktan var etme, üretme yeteneğine sahiptir. Sistemin varlığını sürdürebilmesi için her devirde kendini yenileyen ve yineleyen filozofları, toplum mühendisi sosyologları, krize her koşulda yükü emekçi sınıflara, halka yüklemenin yolunu bulan kriz çözücü ekonomistleri iş başındadırlar. Çözümden kasıtları sistemi bir şekilde ayakta tutmak, krizi fırsata çevirmektir. Bütçe dedikleri toplama-harcama listesinde toplama yani vergi hanesi ağırlıkla halka, çalışan kesimlere, harcama hanesi de büyük ölçüde sermayedarlara, işadamı denilerek parlatılmış patron kesimine ayrılmıştır. Muhalif kesimin sözcülüğüne soyunmuş bir TV “anchormanı” sık sık izleyenlerine dönüp “patron sizsiniz” diye şaka yapıyordu ya da ben öyle anladım. Çalışanlar patron değildirler, hiçbir zaman da patron olmayacaklar. Patron sömüren, artık değere el koyandır, bu mekanizmayı bütçe ile görünür hale getiren, yürüten siyasetçidir.

Sistem ortadan kalktığında nasıl bir yolla yöntemle güvenli bir şekilde devam edebileceğimizi ise öğrenmeye çabalıyoruz. Kısacası neyin olmaması gerektiğini biliyoruz, ne olması gerektiğini de biliyoruz, nasıl sorusu ise günümüzün ertelenemez sorusudur. Bu öğrenme sürecinin uzunluğu kısalığı da sosyalistlerin komünistlerin çabasına, çalışkanlığına, birlikte hareket etme yeteneklerine bağlıdır deyip keselim de boyumuzdan büyük konuşmayalım, bu görevi yerine getirmeye soyunmuş arkadaşların işlerine burnumuzu sokmayalım, uzatmayalım.

YEM’DEN ÇİN’E ÇİN’DEN DEM’E

Uzattık zaten, doların serüvenine Türk Lirası’nın durumuna dönelim biz. Çünkü halkın alım gücü iyice zayıfladı. Gelir dağılımı bozuktu hepten bozuldu, açlık yoksulluk kitleselleşmeye başladı. Pahalılık yani enflasyon hızla yükseliyor. Milletin cebindeki üç beş kuruşa göz diken siyaset erbabı bol keseden dağıttığı dolar bazlı ödemeleri aksatmamak, üçlü beşli yedili aslında daha fazladırlar, çeteleri doyurabilmek için icat üstüne icat çıkarıyor. Siyaset meydanın sisteme köklü bir itirazı olmayan muhalif kesimi ise iktidarı normal koşullarda alabileceği hayalinden henüz kendini sıyıramadı. Koşulların normal olmadığını, rejimin yasaları ve yasallığı fazla ciddiye almadığı gerçeğini görmek istemiyor sanki.

Hızla değer yitiren TL’yi kurtarmak için ilk deneme ilk model, tartışılmaz Nas’a dini dogmanın esas alınması kısaca ki aynı zamana şeriat hükümlerinin esas olduğunun laiklikten vazgeçmeye yanaşmayanlara kabul ettirilmesi anlamına geliyordu, faizin indirilmesi oldu. Ama muhalefetin itirazları bir yana sistem bu Yeni Ekonomik Model’i beğenmedi. İkinci icat, Çin’in çoktan unuttuğu ucuzun da ucuzu işgücü ile ihracatı artırarak krizi ehlileştirmek, TL’yi makul ölçülerde tutabilmekti. O da tutmadı. Son icat, DEM-Dolara ya da dövize Endeksli Mevduat diyorlar adına, kimsenin anlamayacağı bir yöntemle faiz indiriminden faiz bindirimi yöntemine geçmek, TL ile dolar arasına dolara endeksli bir “mevduat parası” yerleştirmek oldu. Gerçekçi ekonomistler TL’nin değer kazanmasının maalesef geçici olacağını, enflasyonun da tutulamayacağını söylemekteler ki, onları da münafık deyip korkutmak, susturmak mümkün olsa bile, piyasa iktisadının kuralları, gözleri neden parlıyor bilemediğimiz muhteremi dinlemez, gözlerindeki ışığı göremezse ne yapılacak. Yeni bir model için zaman kaldı mı? Kısacası icatların ömrü kısa sürüyor bizim memlekette. O nedenle bekleyelim bakalım ne olacak?

***

Bekleyelim de açlık, yoksulluk beklemiyor ki. Öyleyse muhalefetin elini çabuk tutması, ağır saldırı karşısında bekleyelim görelim politikasını bir yana bırakıp, bir ara hâkim olduğu izlenimi edindiğimiz inisiyatifi yeniden ele geçirmesi gerekmez mi? Tamam biliyoruz, sistemin çizdiği çerçeveyi aşmamaya özen gösteriyorsunuz, ama siz rejimin çerçevesini bile aşmaya pek gönüllü değilsiniz galiba. Yasalara yasallığa aldırmayan rejimin, şu son DEM politikasında olduğu gibi Anayasa’nın vergi gelirlerinin ancak kamu yararına kullanılabileceği, bir kesime faiz olarak, döviz farkı olarak aktarılamayacağı amir hükmünü bir uzun atlamayla aşmasını kınamakla yetinmek yeterli olur mu? Üslupta sertlik muhalefete gönül vermiş kesimlerin yüreğini soğutabilir ama iktidarı almaya yeter mi? Sistemin gerçek sahibi, rejimin politikalarından memnuniyetini sık sık dile getirmiş övgüde sınır tanımamış, TÜSİAD’ı muhalefet saymak, yoksullukla açlıkla enflasyonla boğuşan halk kesimlerine faydası olacak bir iş olabilir mi, hiç düşündünüz mü? Kuru gürültü açıklamadan hemen sonra iki seçkin temsilci koşa koşa Saray’a neden gitmiş olabilir ki?

“Peki, tamam ne yapalım yani” mi diyorsunuz bu tür eleştirilere. Ne yapabilirsiniz gerçekten? Birinci kural, rejimi değiştirmek isteyen, sistemle çatışmak zorundadır. Bu nedenle de sistemle rejimle korkusuzca mücadele eden sola, halk örgütlerine kulak vermelisiniz. Solu dışlamamalı ama aynı zamanda solun sizi dışlamaması için de çaba harcamalısınız. Üçüncüsü rejimin sahte milliyetçiliğini açığa çıkartayım derken “biz daha milliyetçiyiz” tuzağına düşmemelisiniz. Dördüncüsü üslupta sertlik tamam ama bu politikanızın tümüne yansımıyorsa, hiçbir işe yaramaz, çünkü sertlikte ve tahkirde rejimin deneyimi, hitabeti ve söz dağarcığı sizden daha zengin ve ölçüsüzdür. Beşincisi, rejim yasa tanımıyorsa, yasallığa pek kulak asmıyorsa, buna karşılık siz “aman provokasyona gelmeyelim” gereksiz kaygısıyla, en temel insan haklarını savunmaktan, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanmaktan vazgeçmemeli, toplananları yürüyenleri engellemeye çalışmamalısınız. Altıncısı parlamenter sistemi savunan bir muhalefet hareketi olarak parlamentoda güçlü bir şekilde temsil edilen HDP’yi siyasi çerçevenin dışında görmekten vazgeçmelisiniz. Ve nihayet, neden iktidara gelmeniz gerektiğini anlatmakla yetinmemeli, nasıl geleceğinizi, sandıktaki muhtemel baskıları nasıl etkisizleştireceğinizi ve ne yapacağınızı daha somut anlatmalısınız.

Belki de “biz bunları zaten biliyoruz” diyorsunuzdur. Ne güzel! Ben de öyle düşünmüştüm zaten.