İhtiyaç fazlası camilerin konu edildiği iki hafta önceki yazımız üzerine çok sayıda Google harita görüntüsü geldi. Durum bildiğimizden, gördüğümüzden vahim! Bir okurumun gönderdiği iki mahalleyi ayıran caddede karşılıklı iki cami görüntüsü, camiler arasındaki mesafenin gittikçe kapandığını gösteriyor. Hane başına bir cami düşen köyler var.

Anlamadığın konuda yazma demiş biri. Bir diğeri camiler sana batıyor mu diyor. Gözü namazda, kulağı ezanda olmayan cami hakkında ahkâm kesemez demek istiyorlar. Haksız sayılmaz; fakat arsasından inşaasına, elektriğinden suyuna, döşemesinden personel maaşına rızasız maddi katkıda bulunuyor olmam bana bu hakkı veriyor. İstanbul müftüsünden, Diyanet İşleri başkanından hatta bazı camilerin cemaatinin toplamından çok vergi ödüyorum. Beyler kusura bakmasın, camiler üzerinde mükellef olarak ödediğim vergi miktarı kadar söz hakkım var. Bu gün de bu hakkımı kullanacağım!

Aslında Allah’ın evinin, içinde bulunduğu kompleksin altındaki marketle anılması, camiyi inancının ibadethanesi sayan Müslümanın sorunu olmalı. Yeni nesil camilerin tümü, altındaki marketle anılıyor. Camiler, ihtiyacını karşılamak için gelmişken Müslüman namazını kılsın diye mi, yoksa namaza gelmişken iki iş olmasın çayını şekerini alıp gitsin diye mi alışveriş merkezine dönüştürüldü bilmem ama her ne amaçla olursa olsun bu kutsallığa hizmet eden yol değil.

Geçenlerde İstanbul Müftüsü, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında camilerin statülerini değiştirecek bir protokol imzalandığını açıkladı: Diyanetin Çevre Bakanlığı’yla yaptığı anlaşmaya göre camiler bulunduğu yerleşim yerine göre mahalle camileri, meydan camileri, çarşı camileri gibi kategorilere ayrılacak. Kalan birkaç şehir meydanına temel atmak için (cemaatle kılınan namazın fazladan sevap kazandırdığı gibi) meydan camilerinin ek sevap getirdiği vaaz edilirse şaşırmam.

Diyanetin projesinde camilerin bir bölümünün sanat merkezi, müzik stüdyosu, çalıştay ve sergi salonu gibi sosyal faaliyetlere ayrılması da var. Buna itirazım yok; halkın sekülerleşmesi engellenemeyince camileri sekülerleştirmenin ön adımı sayarım. Umarım ilerleyen zamanlarda tiyatro, halk oyunları, sinema gibi görsel sanatlar için de yer tahsis edilir. Ve hatta sergi salonlarında resim ve heykel sergilerine izin verilir. Kim bilir, kütüphanesinde ayrım yapılmadan her düşünceden kitap bulundurulur!

Diyanetin cami politikası, müze ziyaretçilerinin azlığından yakınan İngiliz eski kültür bakanının çözüm önerisine benziyor: Teacher’ın kültür bakanı, müzeler müdürüne “müzelere az kişi geliyor, objeleri park, bar, kafe gibi insanların gittiği mekânlarda sergileyelim” talimatı vermiş. Neo-liberalizm nedir diye soranlara ben bunu anlatıyorum. Bir sistemi bir cümle ile izah edebiliyorum! Bulunan her boşluğa cami yapma, camilere uğramak için ibadet şartı aranmaması (müftü, insanların camiyi sadece namaz kılınacak yer olarak görmemesi gerektiğini söylüyor), camileri sınıflandırma neoliberal aklın Müslümancası olsa gerek!

İstanbul müftüsü, projenin gerekçesinin anlatırken “Sekülerleştiğimiz süreçte hayat, güneşin doğmasına ve vasati saatlere göre ayarlanmaya başlayınca cami ve cemaat ile alakamız azaldı” demiş. Sekülerleşmenin namazla alakasını anladım da vasati saatin (şu an kullandığımız saat diliminin) namaz vakitlerinin belirlendiği güneşin hareketini nasıl değiştirdiğini anlamadım doğrusu!

Her ne kadar cami cemaatinden olmasam da Diyanet’e vergi mükellefi olarak sesleniyorum: Projenizi seküler buluyorum; itiraz etmiyor, aksine o kısmına yapılan katkı payımı helal ediyorum. Fakat camileri politikacının gücünü gösterdiği mekânlar olarak kullanmanızdan razı değilim. Şehirlerin seküler meydanlarının, kutsallık korumasının arkasına sığınılıp işgal edilmesini de doğru bulmuyorum. Bu sizin açınızdan da yanlış; yorucu ve yıpratıcı… Bilirsiniz, taşıma suyla değirmen dönmez!